Acir: Bir şeyi kiraya veren kimsedir.
Adi: Râhin ve
mürtehinin emniyet edip de merhûnu kendisine teslim ettikleri kimsedir.
Akar: Kiraya
verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağ gibi mülk.
Akit: Sözleşme.
Aynî Mübadele: Malı para
karşılığında değil de yine bir mal karşılığında satmaya denilir. Paranın diğer cins para karşılığındaki
satışının hükmü de aynıdır.
Azat: Serbest
bırakmak.
Azl: Verilen
temsil yetkisinin ortadan kaldırılması.
Bain Talak: Evlilik
ilişkisini sona erdiren ve yeni bir nikâh akdi yapılmadan aile hayatına geri
dönüşü mümkün olmayan boşanmaya bâin talâk denir
Batıl Satışlar: Batıl, aslı
da sıfatı da dine uygun olmayan, yani geçersiz olan alışveriştir.
Berî: Uzak.
Dâr: Ev, konak ve saray manasınadır.
Dâr-ı harp: Müslümanların hâkimiyeti altında olmayan bir ülke.
Dâva: Duâ kelimesinden gelir ki, istek demektir.
İstilahta
Dâva: Bir sözdür ki, insan onunla başkası
üzerinde olup inkâr edilen hakkını ispat etmek ister.
Davacı: Müddei.
Davalı: Muddea aleyh.
Davalı: Müddei aleyh.
Ecîr: İşçi, yani kendisini
kiraya veren, bir ücret karşılığında çalışan kimsedir.
İki sınıf
işçi vardır:
a) Özel
işçi (ecîr-i has): Yalnız kiralayana iş
yapmak üzere tutulan işçidir. Aylık hizmetçi gibi.
b) Ortak işçi
(ecîr-i müşterek): Kiralayandan başkasına iş
yapabilen işçidir. Hamal, saatçi, terzi, iskele kayıkçısı v.s. gibi
Ecri Misil -
Emsal Ücret: Bilirkişilerin takdir
ettiği ücrettir.
Ecri Müsemma: Akid yapılırken belirtilen ve ifade edilen ücret.
Fakîh: Sözlükte: "Dikkatli ve ince anlayışlı, ayrıntılı bir şekilde
bilen âlim" anlamına gelen
fakih, ıstılahta: Din
bilgini, fıkıh âlimi, İslâm hukukçusu demektir.
Fâsid
Satışlar: Fâsid, aslı dine uygun,
fakat sıfatı dine uygun olmayan alışveriştir. Fâsid satışlar, caiz değildir ve
haramdır. Büyük günahtır.
Fels: (füls) pul, bakır para.
Fesih: Verilmiş bir yargıyı
kaldırma, bozma.
Fısk: Allah´ın emrine
muhalefet etmek.
Fücur: Doğrudan ayrılmak,
isyan.
Habbe: 1- 1/48 dirhem. - Ö. N. Bilmen îslâm Hukuku
– 2- Kureyş kabilesinin Cahiliye
devrinde kullandığı ölçü birimlerinden. Aarpa, 1/60 dirheme tekabül etmekteydi.
Dirhem ve dinar arasındaki nisbet de
7/10 idi. Dolayısıyla, 1 dinar 85,714 habbe ağırlığındaydı.
Had: Sözlükte, "Mani olmak" demektir. İki şeyi birbirine
karışmaktan men eden mânia da haddir. Haddin çoğulu "hudut”tur.
İslam Hukukunda
Had:
Allah hakkı olarak yerine getirilmesi gerekli bulunan sınırlı ve belli
cezadır. Bu cezalar, zararı tüm insanlığa dokunan bir takım kötü iş ve
eylemlerden insanları menettiği için "had" adını almışlardır.
Hibe: Bağış.
Hukukta
şahitlik: Şahitlerin hazır bulunup
gördükleri bir olayı haber vermeleri demektir.
İbra: Aklama, temize çıkarma. Bir kimseyi bir yükümlülük veya
borçtan beri kılmak, kurtarmak anlamında kullanılır.
İcar: Kiraya vermek.
İcare: Kira.
İcbar edilen: Zorlanan.
İfraz: Arazinin parçalanması, bölünmesi, parsellere ayırma, araziyi
imar açısından uygun parçalara bölme.
* Mallarda
ifraz: Hisseleri birbirinden ayırarak paylaştırma.
İkale: İslâm hukukunda,
yapılan bir işi, bir sözleşmeyi daha sonraki yeni sözleşmeyle sona erdirme.
İkrah: Yaradılış itibarı ile
ve dinî ve hukukî bakımdan insanın çekindiği şeye karşı zorlanması demektir.
İllet: Sözlükte: "hastalık, özür, bahane, sebep, kusur, asıl,
menşe” gibi anlamlara gelen illet (çoğulu: İlel),
* Fıkıhta: Hüküm
çıkarmada önemli bir yer tutan ve temel şer'î delillerden biri olan kıyasın
dayandığı esastır. Kıyas, hakkında nass bulunmayan bir meselenin hükmünü,
aralarındaki illet birliği sebebiyle, Kitap veya Sünnette hükmü bilinen
meseleye göre açıklamaktır.
İltizâm: Yüklenme, üzerine alma, yerine getirmek durumunda olma.
İlzam: Gerekli kılmak, yüklemek, bağlamak.
İlzâm Etmek: Bağlamak, borçlandırmak. Taahhüt altına sokmak, susturmak.
İsticar: Kira ile tutmak veya bir şahsı muayyen bir müddetle ücret
karşılığında çalıştırmak.
İstihsal: 1.Çıkarma, elde etme. .2. Üretim.
İşhâd: Şahit tutmak demektir.
İzin: 1. Lügatte, bildirmek anlamındadır. Namaz vaktini bildirdiği
için "ezan" kelimesi de buradan gelmektedir. Hukukî ıstılah olarak
izin, "hacri kaldırmak ve hukuk bakımından tasarruftan men edilmiş olan
kimseye bu hakkını vermek" demektir.
İzin: 2. Hacr altında olan mahcurun tasarrufta bulunmasına müsaade
etmek, yani hacri kaldırmaktır. İzin
Verilen şahsa mezun denilir.
Kabz: Alıp tutmak, ele almak. Kavramak. Almak. Tahsil etmek. Teslim almak. Verilen yetkiden
doğacak parayı kullanabilme yetkisi, .
Kafîzi: 12 sa' miktarında bir ölçü âletidir. 1 sa’: 2.917 kilogramdır.
Kazaî
Ehliyet: Yargısal yetki.
Kazf: Bir kimseye, onu zina töhmeti altında bırakacak bir söz
söylemektir.
Kefâet: Denklik.
Keyfiyet: İş, durum, mesele.
Keylî: Ölçü aletleri ile ölçülen maddelerdir. Buğday, arpa, hurma,
tuz v.s.
Kezailik: Aynı şekilde.
Kısmet: Taksim. Pay.
Kıstâs: Ölçü, ölçüt.
Kıyemî: Kıymetine göre
satılan mallara denilir.
Kira: Belirli bir bedel
karşılığında herhangi bir mal gayrimenkul veya bir menkulün kullanım hakkını
elde etmektir.
Kırât: Beş arpa ağırlığında
ağırlık ölçüsü. (Hadiste, Uhud dağı anlamında)
Kitabet: Kölenin para veya
muayyen bir hizmet karşılığında hürriyetini efendisinden satın almasıdır.
Mahcur: Hacr altına alınan kimseye
denir.
Me´cûr: Ecir verilmiş, mükâfatlandırılmış.
Mekfûlün anh: Asıl, borçlu.
Mekfûlün leh: Alacaklı.
Menkul mal: Taşınabilen mal.
Merhûn: Rehin olarak verilen maldır ki, buna rehin de denilir.
Mer'î: Riayet edilen, hükmü geçen. Makbul sayılan, hürmet edilen.
Meşfû': Şuf’a ile ilgili akar.
Meşfû'un bih: Şuf’aya hak kazandıran akar, yani şefî'm malıdır.
Meşhûdünaleyh: Aleyhine şahitlik
yapılana denir.
Meşhûdünleh: Lehine şahitlik yapılan
kimsedir.
Meşruiyet: Geçerlilik.
Muaheze: Sorgulama, sorguya çekme.
Muhakeme: Davalının, davacıyı
hâkimin huzuruna çağırıp onunla mahkeme olması, hasımlaşmasıdır.
Mukır: İkrar eden.
Murabaha: 1 - (Kelime anlamı, 'kârlı satış') Alış fiyatı veya maliyet
üzerine bir miktar kâr ilâvesiyle yapılan satış muamelesi. Bu kavram; her iki tarafça kabul bir kar marjı (marj:
pay) içeren bir fiyata, mal satışı anlamına gelir. Satın alma ve satış fiyatı,
diğer masraflar ve kar marjı net satış anlaşması sırasında belirtilmelidir.
Banka kar marjı şeklinde kendi paranın zaman değeri için telafi edilir. Bu kar
marjı (pay) tarafından belirlenen kar sabit bir oran ile (örneğin gayrimenkul
veya bir araç gibi) gerçek bir varlığın satın alınması için bir sabit getirili
kredidir. Varsayılan yerleşmiş kadar ancak, varlık banka ile bir ipotek olarak
kalır, banka sözleşmeli vadede (yani, banka geç ödemelerde ek kar şarj edilemez)
dışında paranın zaman değeri telafi edilmez. "Kar marjı" alış ve satış fiyatı sabittir. Başka bir
deyişle, daha yüksek bir fiyata eşit değerde bir şey satma oluyor.(akn)
Murabaha: 2 - İslam hukukunda
bir satış veya faiz türüdür.
Alış fiyatı
veya maliyet üzerine bir miktar - genellikle yüksek kâr ilâvesiyle yapılan
satış muamelesidir.
İslam
hukukunda murabahalı satış akdi, güven esasına dayalı akitlerdendir. Bu tür
akitlerde alıcı, satıcının beyânının doğruluğuna itimat etmekte ve akdi buna
bina etmektedir. Bundan dolayı müşterinin rızasına engel olabilecek en küçük
yalan beyan veya açıklanması gereken bir hususun açıklanmaması, akdin
oluşmasına engeldir. (Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Murabaha-
akn )
AÇIKLAMA:
Murabaha
(satıcı tarafından maliyet fiyatı ve kar oranı açıklanan satış) İslam Ticaret
Hukukunda “güven esasına dayalı alışveriş sözleşmeleri” arasında yer alır. Bu
alışverişte; satıcı, malın kendisine
maliyetini müşteriye açıklamakta ve bu maliyet üzerine bir miktar kar koyarak
satmaktadır. Alıcı satıcının bu beyanına güvendiği için bu tür satış, güven
esasına dayalı satış sözleşmeleri arasında yer alır. Satıcının malın maliyetini
açıklarken kesinlikle doğru miktarı söylemesi gerekmektedir. Müşterinin
aldatıldığı ortaya çıkar ise akitten dönme hakkı vardır. Murabaha iki kısma ayrılmaktadır:
a. Klasik murabaha
b. Çağdaş murabaha
a. Klasik
Murabaha
Klasik
murabaha, satıcının, sattığı malın maliyeti ve karını müşteriye söyleyerek
satmasıyla gerçekleşir. Bu alışverişte müşterinin malı alıp almayacağına dair
önceden herhangi bir vaadi söz konusu değildir. Örneğin satın alınmak istenen
bir arabanın satıcısı, arabanın kendisine maliyetini söyler ve üzerine kar
koyarak satış yapar ise, bu satış klasik
murabaha olarak adlandırılır.
b. Çağdaş
Murabaha
Çağdaş
murabaha ise Katılım Bankaları tarafından uygulanan bir yöntemdir. Bu yöntemde,
müşteri satın almak istediği malı görür,
beğenir ve peşin fiyatını öğrenir. Daha sonra Katılım Bankası’na gelerek peşin
fiyatını öğrendiği malın alınıp kendisine vadeli olarak satılmasını ister.
Katılım Bankası müşteriyi değerlendirir, ödeme gücünü araştırır, çeşitli
teminatlar alır ve müşteriye ne kadar vade farkı uygulayacağını açıklar. Sonra
da malı peşin fiyata satıcıdan alıp, vadeli olarak müşteriye satar. Katılım
Bankası, malın peşin bedeli ile vadeli fiyatı arasındaki farkı kar olarak
kaydeder. Burada önemli olan husus malı önce Katılım Bankası’nın satın
almasıdır. Eğer müşteri satın aldığı bir mal için finansman talebinde bulunursa
Katılım Bankası bu talebi kabul etmez. Çünkü bu durumda borcun finansmanı söz
konusudur ve borç finansmanı ise faizdir.
Usulüne uygun
bir tarzda ve gerçekten bir alıcı ve satıcı gibi hareket edilerek, yani
ticaretin kaidelerine riayet edilerek yapılan bir çağdaş murabaha akdi Katılım
Bankası prensiplerine uygundur. Çünkü ticaret insanlara haksızlık yapılmadan
gelir elde etme yollarından birisidir ve murabaha da bir ticaret çeşididir.
Satıcının ticaretini yapmak istediği malı alıp, elinde bekletmesi gerekmez.
Yani ticaret, malın satın alınıp, belli bir mekânda bir süre bekletildikten
sonra satılmasını gerektirmez. İhtiyacı olan kişi, satın almak istediği malı
belirler ve peşin fiyatını öğrenerek Katılım Bankası’na başvurur. Katılım
Bankası ilgilenilen malı peşin alıp isteyen müşterisine vadeli olarak
satabilir. Katılım Bankası, banka gibi yalnızca para satmayı ve kredi vermeyi
amaçlamayıp, malın alınıp satımını hedeflemelidir. Aksi takdirde Katılım
Bankası, sadece peşin paranın vade ile
satımını hedefliyor ise, bunun faizden başka bir şey olmadığı aşikârdır. O
halde Katılım Bankaları murabaha sözleşmelerini düzenlerken kendilerinin “ara satıcı” olduklarını
göz önüne alarak şartları belirlemeli; asla bir kreditör gibi hareket etmemelidirler.
(Yazar:
Mehmet Odabaşı (Kuveyt Türk Danışma Kurulu Üyesi)
Kaynak:
Kuveyt Türk Faizsiz Bankacılık İlkeleri Eğitim Notları
Mut´a: Mehire hak kazanmaksızın
boşanan kadına verilen mal, hediye. Faydalanma.
Mübadele: Bir şeyin başka bir şeyle değiştirilmesi, değiş-tokuş,
değişim.
Mücbir: Zorlayıcı, zorlayan.
Mücerret: Soyut, genel.
Müddaa-aleyh: 1- Aleyhinde dava olunan, davalı.
Müddea-aleyh:2- Davalı. Kendisinden hâkimin huzurunda bir hak isteyen
kimsedir.
Müdebber: Hürriyeti efendinin ölümüne bağlanmış köle. Efendisi: "Ben öldükten sonra kölem hürdür” derse bu
köleye müdebber denilir.
Efendisinin ölümüyle hürriyete kavuşur.
Müdafi: Savunucu, savunan
Müdahalenin
men'i: Taşınır veya taşınmaz bir mala karşı
yapılan maddi el atma veya sataşmanın, ayni hakka dayanılarak önlenmesi.
Muddea: Davacının dava ettiği şey, dava konusu.
Müddeaaleyh: Davalı, hakkında dava açılan kişi.
Müddeabih: Dava konusu.
Müddei:1- Davacı, iddia eden
kişi.
Müddei: 2- Bir şeyi dava eden, bir hakkın kendisine ait olduğunu hâkim
huzurunda talep eden kimsedir ki, bugün buna "davacı"
deniliyor.
Müddei aleyh: Davalı, hakkında dava açılan kişi.
Müddei umumi: Savcı.
Müflis: İflâs eden. Mahkemelerce iflasına karar verilen kimse.
Mühayee: Mülkiyeti ortak olan bir malın getirilerinin ortaklar arasında
bölüşülmesi demektir. Bunlar; ev, tarla, hacimle ölçülmediği veya
tartılmadıkları için kendilerinden farklı bir şekilde faydalanmak faiz olmaz
demektir. İki örnek verelim:
1. İki kişinin, farklı değerlerde ortak iki evi olsa,
uyuşurlarsa, iyi evde birinin, kötü evde ötekinin oturması caizdir.
2. Bir ağaçtaki meyveleri, bir yıl ortağın birinin, öteki yıl
diğerinin alması caiz olmaz. Her yılınkini eşit olarak paylaşmaları gerekir.
Mükateb: 1 - Sözlük anlamı; yazılı sözleşme. Terim olarak kölenin,
belli bir süre çalışma karşılığında özgürlüğünü elde etmek için anlaşma
yapması. Ya da anlaştıkları süreyi peşin veya taksitle ödemesi ve böylece
özgürlüğünü elde etmesidir. Eğer köle cariye ise, mükâtebe denir.
Mükâtebe: Cariye’ye de mükâtebe
denir. İslâm'dan önceki dönemlerde yeryüzünde mevcut ve yaygın bir olgu olan
köleliği, İslâm dini yavaş yavaş kaldırmıştır. Bu amaçla, sürekli olarak ve
değişik vesilelerle köle azat etmeyi teşvik etmiştir. Mükâtebe de Kur'ân-ı
Kerim'de tavsiye edilen, köle azat yöntemlerinden biridir. Yüce Allah:
"Kölelerinizden hür olmak
için bedel vermek isteyenlerle, onlarda bir iyilik görürseniz, mükâtebe akdi
yapın. Onlara Allah'ın size verdiği mallardan verin." (Nûr, 24/33 – buyurmaktadır).
* Hadis usulünde mükâtebe: Bir hadis hocasının, rivayet hakkına sahip olduğu hadisleri,
bizzat kendisi yazarak ya da başkasına dikte ettirerek, huzurdaki öğrencisine
vermesine ya da uzaktaki öğrencisine göndermesine denir - akn)
Mükrih: Zorlayan.
İkrah iki
kısımdır:
Mümeyyiz olan: Alış-verişi, kar ve zararı bilen çocuktur.
Mümeyyiz
olmayan: Alış-verişin ne olduğunu bilmeyen, kâr ve
zararı ayırt edemeyen çocuktur.
Mürahik: Bulûğa eren erkek çocuk.
Mürahika: Bulûğa eren kız çocuk.
Mürtehin: Alacaklı.
Mürtehin: Rehin alacaklısı, ipotek hakkına sahip.
Mürtehin: Rehin alan.
Müstecir: Kira ile tutan.
Müteaddit: ‘Adet olduğu üzere’ deyiminin Osmanlıca sözcük
halidir. Devam eden, süregelen anlamında da kullanılır.
Müvekkil: Kendi yerine başkasını vekil eden. Müvekkilin, hasta veya
yolcu olması müstesna, hasmın rızası olmadan bir davaya vekil tayin etmek caiz
değildir.
Râhin: Rehin veren kimsedir.
Rec´at
(Ric´at): Dönüş, dönme. Ric´î talak ta
-iddetin tamamlanmasından önce- kocanın, karısına geri dönmesi.
Rüçhan: Ağır basma, üstün gelme.
Sahih: Sıhhatli, gerçek,
düzgün, doğru, legal, hukuka uygun.
Sarf: Sözlükte bozmak, değiştirmek demektir. Fıkıh ıstılahında;
alım satım akdinin çeşitlerinden birisidir. Kitabu'l - Beyin başında ifade
edildiği gibi, "Parayı
para mukabilinde satmak" şeklinde tarif
edilir. Bugünkü ifade ile para bozdurmak demektir.
Birbirleri
mukabilinde satılan paraların aynı cinsten veya değişik cinsten olmaları, akdi
sarf akdi olmaktan çıkarmaz. Altını altınla veya altını gümüşle satmak sarftır.
Selem: Akit meclisinde peşin ödenmiş semen mukabilinde daha sonra
teslimi yapılacak olan mal üzerinde yapılan akit.
Sem´: Duyma, nakil, duyum.
Şâri´den gelen, duyulan.
Semen: Fiyat, bedel.
Semere: Ürün, meyve.
Sevm-i şirâ: Müşterinin, fiyatı öğrenmeksizin veya fiyata razı olmaksızın
malı: “bir bakayım, göstereyim,
beğenirsem, beğenirlerse alırım”, diyerek kabzetmesidir. Bu durumda mal, müşteri elinde emanet hükmünde olur. Yani
müşterinin elinde zayi olursa tazminle yükümlü olmaz.
Şahit: Bir hâdise ve bir işi olurken gören kimsedir. Şahidin çoğulu şuhûd gelir.
İslam
Hukukunda Şahitlik: Görenlerin hazır bulunup
gördükleri bir olayı haber vermeleri demektir. Bu şahitlik zina ve adam öldürme
gibi fiillerde olduğu üzere; ya görerek olur veya akit ve ikrarlardaki gibi
işiterek olur.
Hazır bulunup
iyice görmeden veya işitmeden şahitlik yapmak olmaz. Hâdise iyice
hatırlanıncaya kadar da şahitlikte bulunmak caiz değildir.
Şahitlik,
hakkı ortaya koyan meşru bir delildir.
Allah
Kuran”da:1. "Erkeklerinizden iki kişiyi
de şahit tutun"- (Bakara, a: 282)
buyurur. 2. Diğer bir ayette de:”Ve
içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit yapın. (Ey şahitler siz de)
şahitliği Allah için eda edin..." (Talak, a:
2) buyurulur. Hz. Peygamber (S.A.V.): 1 -"Güneş kadar açık biliyorsan
şahitlik yap, yoksa bırak" diyor. (Selâmet
Yolları, A. Davudoğlu). 2. Yine, Hz. Muhammed (S.A.V.): "Senin iki şahit getirmen gerekir yahut davalıya yemin etmek
düşer. Sana gereken ancak budur" derler. (Selâmet
Yolları).
Başka bir hadiste de: "Beyyine davacıya düşer"
denilir. (Selâmet Yolları) şahit getirmek anlamındadır. Bunda icma vardır.
Şahitlik,
insanların haklarını ihya etmek, akitleri inkârdan kurtarmak ve malları
sahiplerinin olmak üzere devam ettirmeyi sağlar. Hz. Peygamber (S.A.V.): "Şahitlere saygılı davranın…”
Şef’i: Şuf’a hakkı olan. Buna şuf’adar da denilir.
Şüf a: Bir gayrimenkulü
salın almada öncelikli hak sahibi olma.
Tahliye: Mürtehinin (rehin alanın) rehine verilen malı ele geçirmesini
mümkün kılmak, malı alınacak durumda
bırakmak demektir. .
Tehir Etmek: Sonraya bırakma, erteleme, geciktirme.
Temlik: .Devretmek. Alacakların
ya da borçların devredilmesi. Herhangi bir şeyi başkasının mülküne geçirmektir.
Tenakuz: Davacının
kendi davasına aykırı ve davasını iptal eden bir söz söylemesi, iş yapması veya
susmasıdır.
Teşhir: 1. Gösterme, sergileme,
herkese duyurma, dile düşürme.
2. Bir hükümlüyü ceza olarak
halka gösterme.
Tevkil: Vekil tayin etmek.
Tevliye: Sözlükte "birini bir işe idareci kılmak, bir şeyden
yüz çevirip uzaklaşmak" gibi anlamlara gelen tevliye, bir fıkıh
kavramı olarak; bir kimsenin almış olduğu malı, kendisine kaça mal olduğunu
söyleyerek, kendisine mal oluş fiyatına satmasına denir.
Tevliye
yoluyla satışta, satanın müşteriyi aldatmaması gerekir. Satıcının aldattığı,
yani akit esnasında kendisine mal olan fiyattan daha yüksek bir fiyata mal
olduğunu belirttiyse, bu miktar malın bedelinden düşürülür. (akn)
TEZKİYE: Sözlükte "temizlemek, arıtmak" anlamına gelen
tezkiye, tasavvufta, nefsi, ona bulaşan kir ve pastan temizleyerek nefs-i
emmâre mertebesinden nefs-i mutmainne mertebesine çıkarmak, ruhu manevî
kirlerden arındırmak demektir. Kur'ân'da: "Nefsini kirleten hüsrana uğrar, nefsini arıtan da felah bulur." (Şems, 91/9-10.) buyrulmaktadır.
Fıkıh ilminde
ise iki anlama gelir; mahkemede tanıklık yapacak kimselerin durumunu öğrenmek
için yapılan soruşturma, ölülerin peşlerinden iyilikleriyle anılması. (M.C.)
Ücret: Menfaatin bedelidir. Ücret ayrıca kira manasına da gelir.
Ümm-ü Veled: Efendisinden çocuk
yapan cariyeye "Ümm-ü veled" denilir. Bu cariye
artık satılamaz. Bağışlanamaz, her hangi bir yere vakıf edilemez. Efendisi
ölünce hür olur
Vaz’: Koyma, yapma, konuluş, konum, kullanım.
Vekâlet: Bir işi başkasına havale etmek, dayanmak ve itimat etmek
demektir. Vekâlet korumak manasına da gelir. Kur'an'da: "Allah bize yeter. O, ne güzel bir vekildir" (Âl-i İmran, a: .173)
denilir.
Burada "vekil" koruyucu
manasınadır.
İstilahta
Vekâlet: Bir kimsenin kendisinin yapabileceği bir işini
muhtelif sebeplerle başkasına yaptırması.
Vekâlet,
kitap ile meşru kılınmıştır: Kur'an'da: “Şimdi siz bu paranızla birinizi şehre
gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise ondan size bir rızk getirsin." (Kehf, a: 19) buyurulur.
Vekil: 1. Bir işi birine havale etmek, teslim etmek ve güvenmek
anlamındaki "v-k-l" kökünden türeyen vekil, avukat, temsilci, koruyucu,
denetleyici, bekçi, birinin işini üzerine alan demektir.
2. Kendisine başkası tarafından bir iş verilen
müvekkilin işini üzerine alan, müvekkil adına iş gören kimsedir. Vekile
gördürülen işe: Müvekkelün Bih denilir.
3. Allah'ın
sıfatıdır. Koruyucu (Hafız), güvenilen (emin) yardım eden (muîn), görüp gözeten (şehit, rakîp), yaratıklarının rızkına
kefil olan, işler kendisine havâle edilen (müvekkil),
her şeyin mâliki ve yöneticisi olan demektir. Allah her şeyin
yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir. “Kim Allaha güvenip
dayanırsa O, kendisine yeter." - - Talak, a: 3.
Vesk: 60 sâ´lık bir ölçü biçimi.
Vezni: Tartılan maddelerdir. Altın, gümüş, yağ, şeker gibi.
Zimmîler: Müslümanların idaresi
altındaki gayri Müslimler.
Casino | Drive Up & Down, NC | DrmCD
YanıtlaSilWith 16 table games like blackjack, roulette, video 경상남도 출장샵 poker, 남양주 출장샵 craps, craps, 계룡 출장샵 slots, live dealer games and a live poker room, 강릉 출장안마 DrmCD is your 목포 출장안마 home for all your