İÇİNDEKİLER
İCARE (KİRAYA)
VERME
REHİN
Muhâye'e / Menfaati Bölüşme
Bir
Hâkimin Kararının Arz Olunması
--------
Diğer
Fakihlerden Bazılarının Görüşleri İçin
Kullanılan Simgeler
Ebu Yusuf: (S)
Muhammed:
(M)
İkisi:
İmameyn: (S-M)
Züfer:
(Z)
Şafi: (F)
"Allah kime hayır dilerse, onu dinde fakîh kılar”. Hadis
(Tecrîd - i Sarih)
ALIŞ-VERİŞ
[1]
1 - Alış-veriş "sattım" ve "satın aldım" gibi, geçmiş zamanı gösteren icap ve kabulden ibaret iki sözle meydana gelir. Ayrıca "sattım" ve "satın aldım" anlamında her söz ve karşılıklı alıp-verme (F) ile de akit yapılmış olur.
2 -
Satıcı ve alıcıdan biri alış-veriş için icapta bulunsa diğeri, isterse kabul eder, isterse ret eder.
İkisinden herhangi biri kabulden önce meclisten kalkıp giderse icap bâtıl olur.
3 - İcap
ve kabul bulununca ikisi için de hıyar-ı
meclis (muhayyerlik, tek taraflı cayma) olmadan (P) alış-veriş kesinleşir.
4 - Satılan eşyanın, hakkındaki
bilgisizliği giderecek derecede tanınması gerekir. Zimmette olan, yani
ödenecek olan paranın da miktar ve cinsinin bilinmesi şarttır. Mutlak bir para
sözü edilmişse bu, o memleket parasının revaçta olanına yorumlanır.
5 -
Ölçülen ve tartılan şeylerin, ölçerek, tartarak ve toptan satışları caizdir.
6 - Yiyecek
yığının her kafîzi [2] bir dirheme satılırsa bu sadece bir kafîz için muteber
olur (SM).
7 -
Koyun sürüsünün, her koyunu bir dirheme satılırsa (farklılıklarından dolayı)
bu satış, koyunlardan hiçbiri hakkında caiz olmaz (SMF). Elbiseler de koyunlar
gibidir. Fakat kafîz'lerin, arşınların ve koyunların hepsini söyleyerek satış
yaparsa caizdir.
8 - Bir
hane satılınca anahtarlar ve bina da, bu satışa dâhil olur. Arazi satımında
üzerindeki ağaçlar araziye dâhildir.
9 -
Meyveleri (yenilmekle bir fayda temin edilebilecek durumda iseler) tam
olgunlaşmadan satmak caizdir. Meyve satılınca onu hemen toplamak gerekir. Ağaç
üstünde kalması şart koşulursa alış-veriş hükümsüz olur.
10 - Ağacın meyvesini satıp da belli
birkaç ntıl (bir ölçü aleti)
istisna etmek caiz olmaz.
11 - Buğdayı (sararmışsa) başak
üzerinde, baklayı kabuğu içinde satmak caiz olur[3].
12 - Yolun satılması ve hibe edilmesi
caiz, suyolunun satılması caiz değildir [4]. 13 - Kim bir ticaret
malını para karşılığında satarsa, veresiye olmadıkça paranın maldan önce teslim
edilmesi gerekir. Eğer mal, mal karşılığında veya para, diğer bir para
karşılığında satılırsa, alan ve satan aynı anda beraberce teslim ederler.
14 - Menkul malı (taşınabilen malı),
kabz etmeden önce satmak caiz değildir. Akar ise kabzdan önce satılabilir (M) olmaz.
15 - Ele geçirilmesinden önce parada
tasarruf yapılabilir. Parayı (Z) ve malı (Z) artırmak ve parada indirim yapmak
caizdir ve bu değişiklik akdin aslına dâhil olur (Z).
16 - Önce peşin paraya satıp da, sonra
veresiyeye çevirmek sahih olur.
17 - Cariye alana, hayızdan
temizleninceye kadar yahut bir aydan önce veya hâmile ise doğumunu müteakip
nifastan önce, onunla cinsî temasta bulunması ve sevişmesi helâl olmaz.
18 - Terbiye edilmiş olsun olmasın,
yırtıcı hayvanların, pars ve köpeğin satılması da helâldir.
19 - Zimmîler (Müslümanların idaresi altındaki
gayri Müslimler) alışverişte Müslümanlar gibidir. Onlara fazla olarak; içki ve
domuz satmak da serbesttir.
20 - Dilsizin anlaşılan işaretleri ile
alış-verişi ve diğer akitleri muteberdir. Âmânın da satışı ve satın alması
caizdir. Amanın görme muhayyerliği de vardır. Aldığı şeyi yoklamak, koklamak
ve tutmakla bu muhayyerlik kalkar.
İkale
(Yapılan Alış-Verişi Fesh Etmek)
21 -
Karşılıklı olarak alış-veriş akdini fesh etmek caizdir. Bu aynı meclisteki
kabule dayanır. İkale; akdi
yapanların haklarından vazgeçmelerinden ibarettir (SM) ve üçüncü bir kimse ile
olan yeni bir alışveriş akdidir (Z).
22 - Söz
konusu eşyanın helaki, İkalenin sıhhatine mânidir. Bir kısmının helaki kendi
miktarınca engel teşkil eder.
Satıcıya geçen paranın, elinde
kaybolması, akdi fesh etmeğe mâni olmaz.
Alış-Verişte Muhayyerlik
23 -
Alış-veriş akdini yapanların, muhayyer kalmayı şart koşmaları caizdir.
Tarafların, üç gün muhayyer kalma süreleri vardır. Bu süre, üç günden az da
olabilir. Fakat üç günden çok olması caiz değildir (SM).
24 -
Muhayyer olan, akdi, ancak diğerinin huzurunda (yani ona bildirerek) bozar
(S). Fakat huzurunda da, gıyabında da, akdi geçerli kılabilir.
25 -
Muhayyerlik hakkı vârislere geçmez.
26 - Fırıncı
diye bir köle satın alan, köle fırıncı çıkmadığında, isterse paranın hepsini
ödeyip köleyi alır, isterse de köleyi ret eder.
27 -
Satıcının muhayyer olması malını mülkünden çıkartmaz. Fakat müşterinin
muhayyerliği, satılan malı, mal sahibinin mülkünden çıkartır, müşterinin
mülküne de dâhil etmez (SM).
28 - Bir
kimse muhayyerliği, kendi adına, başkasına verebilir (Z). Fakat bu hak, her
ikisi için de sabit olur ve ikisinden birinin, akdi geçerli kılması ile
alış-veriş kesinleşir, fesh etmesi ile de akit bozulur.
29 -
Müddetin geçmesi, azat etmek, cariye ile cinsî temasta bulunmak ve binmek gibi
rızayı gösteren her şey ile muhayyerlik kalkar.
Malı Görme Muhayyerliği ve Hükümleri
30 - Bir
kimsenin, görmediği bir malı satın alması caizdir ve malı gördüğü zaman
muhayyerlik hakkı vardır.
31 -
Satıcının ise görmediği malını satmasından dolayı muhayyerlik hakkı yoktur.
İnsanın yüzünü, hayvanın yüzünü ve
kaba etini, elbise ve elbiseye benzer şeyleri katlı olarak görmekle gaye
bilineceğinden muhayyerlik düşer.
32 - Bir
kimse aldığı malda akdi kesinleştiren bir tasarrufta bulunur yahut elinde ona
bir kusur getirir veya bir kısmını geri iade etmek mümkün olmaz yahut ölürse
muhayyerlik hakkı kalkar.
33 -
Aldığının bir kısmını gören diğer kısmını gördüğünde muhayyerlik hakkına sahip
olur.
34 -
Numunesi gösterilen şeyin bir kısmını görmek tamamını görmek gibidir.
35 - Bir
kimse başkasının malını satarsa; satılan mal, satıcı ve müşteri durumlarını
muhafaza ediyorlarsa mal sahibi, isterse alış-verişi kabul etmez, isterse de
geçerli sayar.
Mutlak Alış – Veriş
36 - Mutlak bir alış-veriş, satılan malın her türlü kusurdan uzak olmasını gerektirir.
37 -
Tüccar âdetine göre, malın değerini noksanlaştıran her şey kusurdur.
38 -
Müşteri, malın kusurunu öğrendiği zaman, dilerse onu tam bedeli karşılığında
kabul eder, dilerse de ret eder.
39 -
Akil olmayan küçük (köle veya cariye) için; kaçmak, hırsızlık, yatağa işemek
kusur değilken, bunlar akil için kusurdur. Bulûğa erdikten sonra müşteri
yanında meydana gelen kusur hariç, yukarıdaki kusurları yüzünden iade
edilir,
Hayızdan kesilmek kusur olduğu
gibi istihaze de kusurdur. Cariyede, ağız ve koltuk altı kokusu, zina, kusur
iken, kölede kusur sayılmaz.
İhtiyarlık, Müslüman olmamak
ve delilik, hem cariye ve hem de köle için kusur sayılır.
40 -
Müşteri, satın aldığı malda bir kusur bulsa, diğer bir kusur da yanında iken
meydana gelse satanın rızası olmadıkça o malı geri veremez. Ancak kusurun
verdiği bedel noksanlığını satandan alır.
41 - Satın aldığı kumaşı boyatır yahut diker veya
kavuta yağ koyar sonra da kusurlarının farkına varırsa, bu kusurların doğurduğu
kıymet noksanlığını satıcıdan alır. Köle, ölür veya köleyi azat ederse kusurun
vermiş olduğu noksanlığı satıcıdan alır.
42 - Müşteri
aldığını öldürür veya gıda maddesini yerse (SM) kusurlarından dolayı, satandan
kıymet noksanlığını isteyemez.
43 - Satıcı
malını, kendisinin her kusur davasından berî (uzak) olması şartı ile satarsa,
müşterinin o malı asla geri vermeye hakkı yoktur.
44 - Müşteri
aldığı malı bir başkasına sattıktan sonra, bir kusur yüzünden mal kendisine
iade edilmek istenir de mahkeme kararı ile malı geri alırsa, onu kendisine
satana iade eder. Eğer mahkeme kararı olmadan kabul ederse iade edemez.
45 -
Muhayyerliği ortadan kaldıran şey geri verme hakkını da ortadan kaldırır.
Fasid Alış – Veriş
46 - Fasit alış-veriş malı, Kabz ile mülkiyet ifade eder. Bu alışverişi, alan ve satandan her birinin bozmaya hakları vardır
47 - Akdi fesh ederken satılan malın mevcut olması şarttır.
48 -
Müşterinin teslim almadan önce, malı satması, azad etmesi, başkasına
bağışlaması caiz olur. Bu durumda müşteri malı teslim aldığı zamandaki kıymeti [5] ile satılan cinsten ise, kıymetini ve
-misliyle
[6] satılan cinsten ise-
mislini satıcıya öder.
49 - Batıl alışveriş, mülkiyet ifade
etmez. Bu alışverişle alınan mal müşteri yanında emanet olarak bulunur (SM).
50 -
Leş, kan, içki, domuz, hür insan, ümmü velet ve müdebber köleyi [7]
satmak, hür ile köleyi, leş ile temiz eti (SM) birlikte satmak batıldır.
Mükâteb (Hürriyetini para karşılığında efendisinden satın almak için onunla
anlaşma yapan köle)’in satılması da batıldır. Ancak Mükâteb satılmasına izin
verirse caiz olur.
51 -
Balıkları ve kuşları avlamadan, firarda olan köleyi yakalamadan satmak caiz
değildir.
52 -
Cariyenin karnındaki cenin (çocuk)’i ve hayvanın karnındaki yavruyu, daha henüz
sağılmamış memedeki sütü, hayvanın sırtındaki yünü, koyundaki eti, tavandaki
kirişi, iki elbiseden herhangi birini (belirtmeden) satmak caiz değildir.
53 -
Müzabene ve Muhakale [8] satışı caiz değildir.
54 - Bir
malın aybaşında teslim edilmek üzere satışı caiz olmaz [9].
55 -
Karnındaki çocuk ayrı tutularak cariye satılamaz.
56-
Cariye; satın alanın hâmile bırakması yahut azad etmesi veya satıcının hizmetçi
olarak kullanması kaydı ile satılamaz.
57 -
Müşterinin parayı satıcıya borç vermesi veya satıcının sattığı kumaşı dikmesi
üzere yapılan satışlar da caiz değildir.
58 -
Arılar kovansız (M), ipek böceği de ipeksiz satılmaz (M).
59 -
Taraftarlarca bilinmediği zaman nevruz, mehrican,
Hıristiyan perhizi ve Yahudi Fıtır gününe kadar veresiye satışlar caiz
değildir.
60 -
Hasat, meyve toplama, harman ve hacıların gelme zamanına kadar olan veresiye
satışlar da (zamanlarının seneden seneye değişiklik göstereceğinden) caiz
olmaz. Ancak daha önceden veresiyeyi kaldırırlarsa bu alış-veriş caiz olur.
61 - Bir
kimse, müdebber kölesi ile müdebber
olmayan kölesini veya kendi kölesi ile başkasının kölesini birlikte satarsa bu
satış kölesine düşen hissede caiz olur.
62 -
Cumanın ilk ezanı okunurken alış-veriş yapmak mekruhtur.
63 -
Şehirlinin taşradaki [10] için satış
yapması mekruhtur.
64 - Bir
fiyat üzerinden alışverişi bitiren iki kimsenin, fazla fiyat vererek aralarına
girmek mekruhtur.
65 -
Alıcısı olmadığı halde, alıcı gibi görünerek başkasını teşvik için malın
değerini artırmak mekruhtur.
66 -
Şehre mal getirmekte olan kafileyi yolda karşılayıp, şehre girmeden mallarını
almak (hem şehir halkına yüksek fiyatla satılacağından ve hem de kafilenin,
mevcut fiyatları bilemeyeceklerinden dolayı zarara uğramaları
düşünüleceğinden) mekruhtur. Fakat bununla beraber bu türlü alışverişler
caizdir.
67 - Bir kimsenin, birbirlerinin mahremi olan iki küçük kölesi veya biri büyük, diğeri küçük iki kölesi varsa bunları birbirinden ayırması mekruh olur. Fakat her ikisi de büyükse mekruh olmaz.
68 - Satış Çeşitleri
1.Tevliye: Bir malı mal oluş fiyatının altında satmaktır.
2) Murabaha: Alış fiyatından noksan fiyata
satmaktır. Bu satış muameleleri, ilk bedel misliyattan olmadıkça veya
kıyemiyattan [11]olup müşteri elinde bulunmadıkça sahih olmaz.
69 -
Boyama, dikiş, gıda maddelerini bir yerden diğer yere nakletme, simsar, hayvan
sevk etme masrafları da ilk alış fiyatına ilâve edilir. Bu durumda satıcı "bana şu kadara mal oldu"
demelidir.
70 -
Satıcı kendi nafaka parasını, çoban, tabip, terbiyeci ve muallim ücretlerini,
firarda olan kölesi için yaptığı masrafları ve kira parasını, ilk alış
fiyatına ilâve edemez.
71 - Müşteri,
mal oluş fiyatına aldığı bir malda, aldatıldığını anlarsa ücretini, mal oluş
fiyatından öder (M).
72 -
Kârla satışta aldatıldığını; yani kendisine söylenenden fazla kâr alındığını
anlarsa, ya tam fiyata malı kabul eder (S) ve yahut ta malı ret eder.
RİBA / FAİZ [12]
73 - Bize
göre faizin haram oluşunun illeti;
cins ile beraber ölçü veya tartı (F)'dır. Cins ile beraber ölçü veya tartıdan
birisi bulununca, ziyadelikle satış haram olduğu gibi, bu durumda veresiye
satış yapmak da haramdır. İkisinden hiçbiri yoksa hem fazlasına ve hem de
veresiye satış helâl olur.
Eğer; iki illetten (cins ile ölçü
veya tartı) yalnız biri bulunursa fazlalıkla satış helâldir. Fakat veresiye
satış yine haramdır (F).
74 -
Faize giren malların, yenisi ile eskisini cinsi cinsine mübadele (değiştirmek) etmek de aynı şekilde faize girer.
75 -
Ayet ve hadislerde keylî olarak
bildirilen maddeler ebediyen keylîdîr. Vezni olarak bildirilen maddelerde
ebediyen veznidir [13].
76 - Sarf (parayı para karşılığında değiştirmek) akdinde alınan ve verilen
paraların aynı akit meclisinde alınıp verilmesi şarttır. Sarf akdinden başka
diğer ribevî maddelerin mübadelesinde ise tayin etmekle akit gerçekleşir.
77 -
Maddeleri aynı bir felsi, iki fels karşılığında satmak caizdir.
78. a) Buğdayın; buğday unu, kavut ve
kepek karşılığında satılması caiz değildir. Unu da kavut karşılığında satmak
caiz olmaz (SM).
b) Yaş
hurmanın, kuru (SM) ve yaş hurma karşılığında aynı ağırlıkta satılmaları
caizdir.
c) Etin,
hayvan karşılığında (M), pamuklu bezin de pamuk karşılığında satışları
caizdir.
d)
Zeytinyağının zeytin, susamın susam yağı, karşılığında satışı (faizli muamele
şüphesinden sakınmak bakımından) caiz değildir. Ancak itibar yolu ile olursa
caiz olur.
79 - Dâr-ı harpte, (Müslümanların hâkimiyeti altında
olmayan bir ülke) Müslüman ile Müslüman olmayan arasında faiz yasağı yoktur.
80 - Yol korkusundan emin olmak için tüccara uzaktaki bir yere götürmesi için
borç şeklinde para vermek mekruhtur.
SELEM [14]
81 - Vasıflarını tespit etmek ve miktarını bilmek mümkün olan her yerde selem satışı caizdir. Eğer malın vasıfları ve miktarı bilinmezse selem satışı yapmak caiz olmaz.
82 - Selem akdi ile satışın sahih olması için
şartlar
1) Malın
cinsini belli etmek (Buğday, hurma gibi),
2) Malın
nevini belli etmek (ova mahsulü veya lor mahsulü mü olduğu),
3)
Vasıflarını belirtmek, (Eski veya yeni, taze gibi),
4) Malın
vadesini, yani teslim edileceği zamanı tayin etmek,
5) Malın
miktarını belli etmek (ölçüsünü veya kilosunu belirtmek),
6) Eğer
nakledilmesi gereken yük ve meşakkat var ise, malın teslim edileceği yeri
bildirmek (SM),
7) Sayı,
ölçü ve tartı ile satılan malların karşılığında verilen para miktarını
belirtmek,
8) Selem
satışı yapılan yerden ayrılmadan parayı peşinen almak.
83 -
Mevsimi geçmiş ve piyasadan çekilmiş mallar (meyveler vs.)’da ve (aralarında
büyük farklılıklar olacağından) mücevheratta selem akdi yapmak sahih değildir.
84 -
Hayvanlarda, etlerinde (SM), baş ve ayaklarında ve derilerinde (hayvandan
hayvana bunlar farklılıklar göstereceğinden) selem yolu ile alış-veriş
yapılmaz.
Tuzlu balıkların, tartılarak selem
sureti ile satışları caizdir.
85 - Miktarı bilinmeyen, muayyen bir
ölçü kabı ile selem akdinde bulunmak sahih olmadığı gibi; muayyen bir köyün
yemeğinde de selem yolu ile alış-veriş olmaz.
86 - Elbisenin uzunluğu, genişliği,
yaması, kerpicin kerpiç kalabilmesi belirtilince bunlarda selem akdi yapmak
caiz olur.
87 -Teslim edilmeden önce selem ile
satılan eşyada tasarruf caiz olmadığı gibi, bu malın bedelinde de tesliminden
önce tasarruf caiz değildir.
88 - Bir sanatkâra siparişte bulunmak
istihsan deliline göre caiz olmuştur (Z). Müşteri sipariş ettiği malı görünce
alıp almamakla muhayyer olur. Müşteri görmeden önce, sanatkârın o malı satmaya
hakkı vardır. Eğer malın teslimi için bir müddet tayin edilmişse artık selem
meydana gelir (SM).
SARF
89 – Sarf; para cinslerinin birbiri ile satışı demektir. Birbiri
ile satılan, yani mübadele (değişim,
değişme, değiş tokuş)
edilen bu iki paranın basılmış, dövülmüş ve külçe halinde olmaları farksızdır.
90 - Gümüş, gümüş karşılığında, altın
da altın karşılığında satılacağı zaman eşit ağılıkta ve peşin olarak alınıp
verilirler. Altın ve gümüşte yenilik ile kuyumculuk işine itibar edilmez.
91 -Altın; altın karşılığında, gümüş
de gümüş karşılığında toptan satılır ve aynı mecliste bunların eşit ağırlıkta
oldukları anlaşılırsa, alışveriş akdi geçerli olur. Alınan ve satılan
birbirinden farklı ağırlıkta iseler, bu akit muteber olmaz.
92 - Altın ile gümüşün birbiri ile
değişimi, aynı mecliste teslim alınmaları şartı ile fazlalıklı olarak ve toptan
caiz olur.
2 dirhem 1 dinarın, 2 dinar 1 dirheme, 11 dirhemin de 10 dirhem 1
dinara (Z) satışı caizdir.
93 - Bir kimse süslü bir kılıcını onun
süsünden daha çok bir bedel karşılığında satarsa caizdir. Yalnız ayrılmadan önce,
süs miktarınca paranın alınması gerekir.
94 - Gümüş bir kap yahut bir külçe
altın satan, parasının bir kısmını müşteriden alıp ayrılınca aralarında
ortaklık meydana gelir. Eğer kabın bir kısmının başka bir sahibi meydana
çıkarsa, müşteri isterse hissesine göre kabın geriye kalan kısmını da alır.
İsterse de, kabı geri verir. Fakat külçenin bir kısmının başka bir sahibi ortaya
çıkarsa, hissesine göre külçenin geri kalanını da alır. Bunda muhayyer
değildir.
95 - Altın ve gümüş olmayan paralarla
da alışveriş caizdir. Eğer bu paralara revaç
(geçerli ve değerli olma, sürüm.) az ise, alışveriş yapılırken bu
parayı belirtmek lâzımdır. Bu paralar revaçta ise, belirtmeye lüzum yoktur.
Altın ve gümüş olmayan paralara alışverişten sonra revaç azalırsa
satış akdi bozulur (SM).
96 - Bir kimse, sarrafa bir dirhem
verip: "Bununla bana bir fulûs
(altın ve gümüş olmayan para) ve
bir habbesi müstesna yarım ver" derse caiz olur. ("Bir habbesi
müstesna yarım" [15] ifadesi dirheme, geriye
kalan da fulûse yorumlanır.)
ŞUF'A [16]
97 – Şuf’a işlemi, ancak akar olan mülklerde olur.
Akarın taksim edilebilir veya taksim edilemez olması arasında fark yoktur.
98 - Şuf’a;
akarı, mal sayılan bir bedel karşılığında başkasına mülk edindirmekle icab
eder.
99 –
Şuf’a hakkı, ancak satıştan sonra olur ve şefî'in
(Şuf’a hakkı olan), satılan yerin şefî'i
olduğunu söylemesi ve o yeri istediğine ait şahit tutması ile kararlaşır.
100 - Şuf’a hakkı olan, satılan akarı (müşterinin
rızası veya hâkimin hükmüne dayanarak) almakla mülkiyetine geçirir.
101 - Şuf’ada, Müslüman, zimnıî, ticaret
yapmasına izin verilen mükâteb köle ve bir kısmı azad edilmiş köle
eşittirler.
102 – Şuf’ a hakkı, sırası ile şu kimselerindir
1)
Satılmış olan malda ortaklığı olan,
2)
Satılmış olan malda (su hakkı, yol hakkı gibi) bir hakkı olan,
3)
Satılmış olan yere bitişik komşu olan.
103 –
Şuf’a davasını geri bırakmakla bu hak düşmez.
104 – Şuf’a
hakkı olan, hâkim, huzurunda bu hakkını talep edince hâkim davalıya (muddea aleyh) sorar. Davalı, şefî'n, şuf’aya sebep olan mülkünü itiraf ederse veya davalı
aleyhine delil getirilirse yahut davalı kendisine verilen yeminden bilmediği
gerekçesi ile çekinirse şefî'in mülkü
sabit olur.
105 – Şuf’a
hakkı olanlar birden fazla olunca; meşfû' (Şuf’a konusu olan mülk) onların
(hisselerine göre değil) sayılarına göre taksim edilir.
106 -
Şefî', satışı öğrendiği zaman hemen o meclisle, satılan akarı istediğine şahit
tutmalıdır. Mümkün iken şahit tutmayanın Şuf’a hakkı kaybolur.
107 - Satılan
akar daha henüz mal sahibinin elinde bulunuyorsa şefî', mal sahibine karşı
yahut müşteriye karşı veya akarın yanında şahit tutar.
108 - Akar
satıcının elinde olduğu zaman şefî ona karşı hasım (davacı) olur. Fakat hâkim
ileriye sürülen delilleri ancak müşteri huzurunda dinler ve sonra da satışı
fesh eder, zararı da satıcıya pit kılar.
109 -Şefi', parayı hazırlayamayınca da yine davacı olmaya hakkı vardır.
Fakat mahkemece lehine hüküm verildiğinde parayı hazır bulundurması gerekir.
110 - Bir malı satın almaya vekil olan
onu müvekkiline teslim edinceye kadar şuf’ada davacı olur.
111 - Şefı'in, akara verilmiş olan
bedel misliyattan ise mislini, kıyemiyattan ise kıymetini ödemesi borcu olur.
112 - Satıcı, müşteriden fiyatın bir
kısmını indirmişse bu miktar şefî'den de düşer. Fiyatın yarısını indirmiş ve
arkasından diğer yarısını da bağışlamışsa şefî, son yarısı karşılığında satın
alır.
113 - Müşterinin fiyat artırması
şuf’adar (şefi')a lâzım gelmez.
114 - Fiyat konusunda anlaşmazlığa düşüldüğünde söz müşterinindir. Delil
getirmek de şefî'a ait olur.
Şuf’a Hakkının Kalkması
115 -Şuf‘a hakkı aşağıdaki
sebepler yüzünden kalkar
1) Şuf’adarın ölümü,
2) Şuf’adarın, şuf’a hakkının
tamamından veya bir kısmından vaz geçmesi,
3) Şuf’adarın bir bedel karşılığında
müşteri ile sulh olması,
4) Şuf’adarın mahkemece şuf’aya
hüküm verilmeden önce malını satması ile
5) Satılan akarın zararını satın
alana tazmin etmesi,
6) Satın alandan o akarın satışını
veya kirasını pazarlık etmesi ile.
116 – Şuf’a hakkı, müşterinin ölümü ile
kalkmaz.
117 - Satıcının vekilinin şuf’a hakkı
yoktur. Fakat müşterinin vekilinin şuf’a hakkı vardır.
118 - "Müşteri falan kimsedir"
denilip şefî’ o
kimse için şuf’a hakkından vaz geçse ve sonra da başkası olduğu anlaşılırsa
şefî'in şuf’a hakkı devam eder.
119 - "Akar 1000 liraya satıldı" denilip şefi' hakkından vaz geçse,
sonra daha az bir fiyata yahut ölçülen veya tartılan mallar karşılığında
satıldığı ortaya çıkarsa, şuf’a hakkı baki kalır.
120 – Şuf’a hakkı gerçekleşmeden önce
müşterinin, şuf’ayı düşürmek için hile yapması kötü görülmez (M). Hissesinin
bir kısmını satan sonra geriye kalan hissesini de satarsa, şuf’a ilk hissede
olur, başkasında olmaz.
121 - Müşteri akarı veresiye almışsa,
şefi' isterse parasını hemen verir, isterse de vadesi dolduktan sonra verir ve
sonra evi teslim alır.
122 - Müşteri arsaya bina yapmış olduğu
halde mahkeme; şefi' lehine karar verince, şefi' dilerse binayı kıymeti
karşılığında satın alır, dilerse de binayı müşteriye yıktırır.
123 – Şefî’, şuf’a hakkı ile aldığı arsaya bir ev yapar
da; sonra o yerin gerçek hak sahibi ortaya çıkarsa, ancak verdiği parayı geri
alabilir.
124 - Ev harap olur yahut ağaçlar
kurursa şefî' dilerse akarı tam fiyat karşılığında alır, dilerse de hakkından
vazgeçer.
125 - Müşteri binayı aldıktan sonra
yıkarsa; şefî' dilerse arsasını ona isabet eden paraya satın alır, isterse de
hakkından vazgeçer.
126 - Satın alınan hurma ağaçları üzerindeki meyve
şefi’nindir, müşteri onları topladığı zaman hisselerine düşen para asıl
fiyattan düşürülür.
İCARE / KİRAYA VERME
127 - Kira;
menfaatlerin satışından ibarettir. Kıyasa aykırı olarak insanların ihtiyacı
yüzünden meşru olmuştur [17].
128 -
Kirada menfaatlerin ve ücretin belli olması şarttır.
129 -
Alış-verişte bedel olmaya elverişli olan mallar kira ücreti olmaya da
elverişlidir.
130 - Kira şartlarla fasid olur.
131 - Alış-verişte olduğu gibi, kirada
da:
1) Görme Muhayyerliği,
2) Muhayyerlik şartı,
3) Ayıp Muhayyerliği, olmak üzere
üç muhayyerlik vardır.
132 -
Kiradan da karşılıklı vaz geçilebilir ve fesh edilebilir.
133 - Menfaatler;
belli bir müddet araziyi ekmek ve yine belli bir müddet evde oturmak gibi
müddet tayin etmekle yahut elbisesinin boyanacağını ve dikileceğini
belirtmekle ve hayvan kiralarken taşınacak yükü veya binilecek mesafeyi belli
etmekle bilinir. Menfaatler işaretle de tayin edilir: "Şu gıda
maddelerini taşımak için" gibi.
134 - Bir
ev yahut dükkân kiralayan kimsenin orada oturma hakkı olduğu gibi istediğini de
oturtmaya hakkı vardır ve dükkânda da dilediği işi yapmak hakkına sahiptir.
Ancak (eğer baştan söylenmemişse) demircilik, değirmencilik ve çamaşır
temizleyiciliği gibi işler kira akdinde dâhil sayılmazlar.
135 -
Ziraat için kiralanan bir araziye, ekilecek şeyin beyan edilmesi yahut dilenen
şeyin ekileceğinin bildirilmesi şarttır. Binmek için hayvan, giymek için elbise
kiralanırken kimin binip giyeceği de belirtilmelidir. Şu kadar var ki, birisi
elbiseyi giydiği veya hayvana bindiği zaman bu belli olmuş olur.
136 - Bina
yapmak yahut ağaç dikmek için bir yer kiralayan, müddetin bitiminde o yeri
aldığı gibi boş teslim etmesi borcudur. Yonca (mera) da (uzun müddet arazide
kalması bakımından) ağaç gibi işlem görür.
137 - Arazi, binayı yıkmakla, ağaçları sökmekle kıymetinden düşecek
olursa mal sahibi bunların yıkılmış ve sökülmüş durumdaki kıymetlerini
kiracıya borçlanır ve onları mülkiyetine geçirir. Arazi, bunların sökülmesiyle
kıymetinden bir şey kaybetmeyecekse, sahibi dilerse kiracıya kıymetlerini
ödeyip mülkiyetine geçirir. Bu, kiracının rızası ile mal sahibinin olur. Yahut
kiracı ile arazi sahibinin karşılıklı rızaları ile arazi birinin, bina da
diğerinin olur.
138 - Hayvan kiralayan ona yükleyeceği yükü, (meselâ "şu kadar ölçek
buğday" diye) belli ederse; onun gibisini veya arpa gibi daha hafifini
yüklemeğe hakkı vardır. Tuz gibi daha ağır şeyi yükleyemez. Kira mukavelesinde
belirtilen miktardan fazlasını yükleyip hayvan ölürse; hayvanı, o fazlalığa
isabet eden kıymeti ile tazmin eder [18].
Miktarı belirtilen pamuğu yüklemek
için kiralanan hayvana aynı ağırlıkta demir (hayvanın tek bir yerine ağırlık
yapacağından) yüklenemez.
139 - Binmek için hayvan kiralayan, arkasına başka birisini bindirip
hayvanın ölümüne sebep olsa hayvanın yarı kıymetini öder.
Hayvana vurarak ölümüne sebep
olan, onun tüm kıymetini öder (SM).
İşçi Çeşitleri ve Hükümleri
140 – Ecir / işçi
1) Müşterek olur: Çamaşırcı ve boyacı gibi. Müşterek olan işçi kendisinden
istenen işi yapmadıkça ücreti hak edemez. Kendisine bırakılan mal da emanet
hükmünde olur. (Kendi kusur ve ameli sebebiyle olmadıkça telef olmaları
yüzünden kıymetlerini ödemez). Ancak, kendi ameli yüzünden bu mallar telef
olursa onların kıymetlerini öder: Çamaşırı ufalarken yırtmak, hamalın ayağının
kayması, bağlarken ipi koparmak vs. gibi. Ancak gemiyi seyir ettirirken
gemideki boğulan adamın yahut hayvanın yedeğinde veya önünde götürürken
üzerinden düşüp ölen adamın diyetini vermez.
141 - Adet
olan yerin dışına çıkmadıkça baytar ve kan alıcı üzerine de tazmin gerekmez.
142 –
2) İşçi, özel olur:
Bir hizmeti görmek gibi. Koyun
otlatmak için bir aylığına ücretle çalıştırılan kimseler gibi. Özel işçi, iş
yapmasa bile kendisini teslim etmekle ücrete hak kazanır.
143 - Özel
işçi, elinde telef olan malları tazmin etmediği gibi, kasıt olmadan kendi ameli
ile telef olan malları da tazmin etmez.
Ücretle köle çalıştıran mukavelede
şart koşulmadı ise onunla yolculuğa çıkamaz.
Ücrete Hak Kazanmak
144 - Kiralanan
maldan menfaat sağlanınca ve istenen iş yapılınca, mal sahibi veya işçi ücrete
hak kazanırlar.
145 - Kira
mukavelesinde, ücretin peşin verilmesi şart koşulunca ücretin peşin verilmesi
gerekir. Peşin şartı olmadan peşin verilmişse yine ücrete hak kazanılmış olur.
146 - Kiralanan
mal teslim alınınca, (belirtilen müddet zarfında) ondan faydalanılmasa bile
yine kira ücretini vermek gerekir.
147 - Kiracıdan
mal gasp edilince kira ücreti düşer.
148 - Ev
sahibi, her günün ve deveci her merhalenin ücretini istemek hakkına
149 - Ekmeğin
tamam olması fırından çıkarılmasıdır. Yemeğin pişmesinin tamamlanması da
tabaklara konulması ile olur [19]. Kerpiç yapımı da, onun ayakta durması (SM) ile tamamlanır.
150 - Boyacı, terzi, çamaşırcı gibi
işlerinin tesirleri işledikleri mallarda görülen kimseler, ücretlerini
alıncaya kadar o malları alıkoyabilirler.
Alıkoyulan bu mallar zayi olursa kıymetlerinin ödenmesi de gerekmez (SM).
Fakat kendilerine ücretleri de verilmez.
Yapılan işlerin sonucunda, ücretlerini
alıncaya kadar o eşyaları yanlarında alıkoymaya hakları yoktur. Hamallar ve
cenaze yıkayanlar gibi.
151 - Sanatkâr,
kendisinin yapması şart koşulan bir işi başkasına yaptıramaz.
152 - Mal
sahibinin kiracıya "bu dükkânda attarlık yapacaksan, aylığı bir
dirhem, demircilik yapacaksan aylık, iki dirhemdir" demesi caizdir
(SM). Kiracı bu ikisinden hangisini yaparsa ona göre kira ücreti öder.
Kiranın Fasid Olması ile
Gereken Durum
153 - Kira fasit olduğu zaman (kira mukavelesinde belirtilen ücret değil de) emsal ücret vermek gerekir. Bu ücret; ecr-i müsemma (akit yapılırken tayin edilen ücret)'dan fazla olamaz.
154 - Kaç
aylık olduğu söylenmeden "her aylığı şu kadar liraya" olmak
üzere bir ev kiraya verilse bu, bir ay için sahih, diğer aylar için ise, fasit
olur. Ancak belirli aylar zikrederse caiz olur. Bu durumda bir ay tamamlanınca
taraflardan her birinin kiraya son vermeğe hakları olur. Fakat kiracı ikinci
aydan bir müddet evde oturursa, o ay için de kira geçerli olur. Böylece her
ayın ilk gününde oturmak, akdi, o ay için sahih kılar.
155 - Bir
kimsenin yük yükleyip Mekke'ye götürmesi için deve kiralaması caizdir. Bu
kimse, yükün miktarında, âdete göre hareket eder. Devesini, gıda maddesinin
yüklenmesi için kiraya veren, bu yiyeceklerden yerse yediklerinin bedelini
öder.
156 - Belli
bir ücret karşılığında sütanası kiralamak caizdir. Bu sütanasının, yedirilmesi
ve giyiminin de akde dâhil edilmesi caiz olur (SM). Sütanası kiralayan,
kocasının, bunun ailesi ile cinsî
münasebette bulunmasına engel olamaz.
b) Günah
olan işleri yapması için ücretle birini tutmak caiz olmaz. Örnek:
Şarkıcılık, ölü arkasından sayıp
dökmek vb. şeyler gibi.
158 -
Döl yapsın diye kiralanan teke için ücret almak helâl değildir [20].
159 -
Hamamcının ve kan alan kimsenin ücret alması helâldir.
160 -
Yiyecek maddesini yüklemek için ondan bir ölçek karşılığında hayvan kiralamakla
akit fasit olur.
161 - Terziye,
boy palto dikmesini söylediğini iddia edene karşı, terzi de "yelek
yapmamı istedin" derse söz elbise sahibinindir ve kendisine yemin
verilir. Yemin ederse terzi kumaşın kıymetini öder.
162 - Elbise
sahibi, terziye, ücretsiz diktiğini söyler, terzi de ücret karşılığında
diktiğini iddia eder ve bu anlaşmazlıkları elbise dikilmeden önce olursa
evvelâ elbise sahibi, sonra da terzi olmak üzere her ikisi de yeminleşirler.
Elbise dikildikten sonra anlaşmazlık başlamışsa söz elbise yaptıranındır.
163 - Ev
harap olduğu, arazinin ve değirmenin suyu kesildiği zaman kira akdi bozulur.
164 - Taraflardan biri, kira akdini
kendisi için yapınca, öldüğü zaman akit fesh olur. Akdi başkası adına yaptıysa
(vâsi, veli, vakfın kayyumu ve vekil gibi), ölümü ile akit fesh olmaz.
Kirayı Fesh Eden Özürler
165 - Özür sebebi ile kira akdi fesh
olur. Şöyle ki: Ticaret yapmak için dükkân kiralayan iflâs ederse yahut bir
malını kiraya verenin üzerine borç lâzım gelip başka da malı bulunmasa kira
akdi fesh olur.
166 - Yolculuk için bir hayvan
kiraladıktan sonra yolculuğa gerek kalmazsa yine kira akdi fesh olur. Fakat mal
sahibinin bir işi çıkarsa bu özür sayılmaz.
REHİN [21]
167 - Rehin;
bir alacağı, bizzat tazmini gereken ve alacağın (gerektiğinde) ondan alınması
mümkün olan bir mal ile teminat altına alma sözleşmesidir.
168 -
Rehin akdi ancak merhûnu (rehin
verilen mal) ele geçirmek yahut tahliye [22]
ile tamamlanır. Kabz ve tahliyeden önce râhin isterse malını teslim eder,
isterse de rehin vermekten vaz geçebilir.
169 - Rehinin sahih olabilmesi için
a) Rehine verilen malın belli ve
elde edilmesi mümkün olması,
b)
Başkası ile ilişkisi olmaması,
c)
Başkası ile ortak ise, taksim edilmiş olması gereklidir.
170 -
Rehin, onu kabz eden alacaklının kefaleti altına girer.
171 - Rehin,
borçlunun mülkü olarak helak olur ve hatta tekfin masrafları da borçlu üzerine
düşer. Alacaklı, helak olan rehinin maliyetinden alacağı kadarını hükmen almış
sayılır. Alacağından fazla olan kısım yine yanında emanet olarak kalır. Eğer
rehin olan mal alacağından az ise, onun miktarı kadar borç düşer.
172 - Rehinin,
alacaklı tarafından kabz edildiği gündeki, kıymetine itibar edilir.
173 -Alacaklı rehini
a) Bir başkasına emanet olarak
verirse,
b) Yahut
satarsa,
c) Kiraya verirse,
d) Başkasına ödünç verirse,
e) Borcuna karşılık, ayrıca başkasına
rehin verir ve bunlara benzer tasarruflarda bulunursa bütün kıymeti ile onu
tazmin (zararı öder) eder.
174 - Rehin
olarak verilen malın nafakası ve çoban ücreti borçluya aittir.
175 - Rehindeki
herhangi bir artma ve çoğalma [23]da borçlunundur. Bu artış
asılla beraber rehin olur. Ancak bu artış helak olursa onu elinde bulunduran
alacaklının tazmin (ödemesi) etmesi gerekmez.
Eğer artış kalıp, asıl rehin helak
olursa; alacaklı, alacağının artışa düşen miktarı karşılığında onu elinden
çıkartır. Bu durumda borç, asıl rehinin alındığı gündeki, kıymeti ile artışın
iade edildiği gündeki kıymeti arasında taksim edilir ve asıla isabet eden borç
düşer.
176 - Rehini
ziyade etmek (başka bir malı da rehin olarak ilâve etmek) caiz (Z), fakat
borcu arttırmak caiz değildir (S).
177 - Bir
rehin, her iki borç karşılığında rehin olamaz.
178 - Rehinin
korunmasına ait yer kirası alacaklıya aittir. Rehini korumak alacaklının
vazifesidir. Bizzat kendisi koruduğu gibi, ailesi, çocuğu ve evinin hizmetçisi
de koruyabilir.
179 - Alacaklının,
rehinden faydalanmak hakkı yoktur.
180 -
Borçlu, alacaklıya rehini kullanması için izin verir ve o da kullanırken zayi
olursa, tazmini (zararın ödenmesi) gerekmez.
Dirhem ve Dinar Paraların Rehin Verilmesi
181 - Dirhem
ve dinar paraların rehin olarak verilmesi caizdir.
182 - Bu
paralar kendi cinslerinden olan borç karşılığında rehin verilip mürtehin (alacaklı) elinde zayi olsalar (kıymetlerince
değil de) miktarlarınca borç düşer. Yenilik ve eskilik, yani kıymet bakımından,
alacak ile rehin mal arasında fark da olsa bütün ölçü ve tartı ile verilen
mallarda hüküm miktarlarına göredir.
183 - Sarf
akdinin bedeli ve selemin sermayesi karşılığında rehin verilmesi sahihtir. Akit
meclisinden ayrılmadan önce rehin verilen mal zayi olursa selem ve sarf
akitleri tamam olur ve borç da verilmiş sayılır. Taraflar birbirinden
ayrıldıktan sonra zayi olursa rehin durur, fakat sarf ve selem akitleri iptal
olur.
184 - Vaat edilmiş bir borç
karşılığında rehin almak sahihtir. Eğer verilecek olan borç karşılığında
konulan rehin, mürtehin elinde zayi olursa; mürtehin, vaat ettiğini borçlusuna
vermek mecburiyetindedir.
185 -
Bir kimse bir malı ona karşılık muayyen bir şeyi rehin bırakmak üzere satın
alır ve sonra onu rehin olarak bırakmaktan vaz geçerse zorlanamaz. Bu durumda
satıcı isterse rehinden vazgeçer, isterse de satmaktan vazgeçer. Müşteri hemen
parasını öder veya birinci rehin kıymetinde başka bir şeyi rehin olarak
bırakırsa satıcının vazgeçme hakkı kalmaz.
186 -
Borcuna karşılık rehin olarak, iki köle veren, verdiği kölelerden birine düşen
borç miktarını ödese, geri kalan borcunu da ödemedikçe kölelerden hiç birini
alamaz.
187 -
Bir malın iki alacaklıya birden rehin verilmesi caizdir. Bu rehin her ikisinin
de hissesini içine alır. Birine olan borç ödenince tümüyle diğeri yanında rehin
olarak kalır.
188 -
Mürtehinin, borçludan alacağını istemeğe ve (vadesini uzatmasından dolayı)
hapsettirmeğe hakkı vardır.
189 -
Mürtehin, alacağının ödenmesini sağlamak için rehini satamaz.
Borçlunun Rehin Verdiği Malı
Satması
190 - Borçlu,
rehin verdiği malı satarsa bu akit alacaklının iznine yahut alacağının
ödenmesine bağlı kalır.
191 - Borçlu,
rehinde olan kölesini azat ederse azadı geçerli olur. Borcun hemen ödenmesi
gerekiyorsa alacaklı alacağını ister. Tehirli bir borç ise kölenin yerine, onun
kıymetinde bir mal rehin verilir.
Borçlu fakir ise; köle kıymetinden
ve borçtan az olanını tedarik için kazanç sahasına atılır. Borçlu zengin ise;
köle efendisine ödettirir.
192 -
Rehindeki mal bir başkası tarafından zayi edilse; mürtehin, zayi olduğu gündeki
kıymetini ona ödettirir. Onun bu rehinden faydalanmaya hakkı da yoktur.
193 - Alacaklı,
yanında rehin olan malı sahibine ödünç verip o da bunu kabz ederse alacaklının zimmetinden çıkar. O mal, esas sahibi olan
borçlunun elinde zayi olursa alacaklının bir şey ödemesi gerekmez.
194 - Taraflardan
her ikisinin rehini yed-i adle (her ikisinin de güvendiği bir kimseye) bırakmaları
caizdir. Akit yapılırken her iki taraf da rehinin yed-i adl'de kalmasını şart
koştularsa bu malı hiç birisi ondan geri alamaz.
195 - Adl'in
elinde zayi olan malı (kendi elinde zayi olmuş gibi) alacaklı tazmin eder.
196 - Borçlu,
rehindeki malının satımına alacaklıyı veya bir başkasını vekil tayin edebilir.
Rehin akdi yapılırken bu vekâlet şart koşulursa borçlunun ölümü veya vekilini
azletmesi ile vekâlet ortadan kalkmaz.
197 -
Borçlu ölünce vasisi rehindeki malı satıp borcunu öder. Vâsi yoksa hâkim
tarafından bu iş için bir vâsi tayin edilir.
198 - Borçlunun
rehin vermek için ödünç mal alması caizdir. Ödünç veren tarafından herhangi bir
kayıt konulmamışsa, dilediği borcuna karşılık onu rehin verir. Kime, hangi
çeşit ve ne miktar borç verilebileceği tayin edilmişse, borçlunun bunda
artırma ve eksiltme hakkı yoktur.
KISMET / HİSSELERİN BÖLÜNMESİ [24]
199 - Birbirinden
farklı olmayıp ölçü ve tartı ile satılan mallarda ifraz (hisseleri birbirinden
ayırarak paylaştırma) yönü daha üstündür.
Akar ve hayvan gibi birinden
diğerine farklılık gösteren malların taksiminde de mübadele [25] (bir hissenin diğer hisse ile
değiştirilmesi) yönü üstün gelir.
200 -
Aynı cins malların taksiminde, ortaklardan biri taksime yanaşmazsa mecbur
edilir. Taksim edilecek ortak mallar ayrı ayrı cinslerden olunca taksime
yanaşmayan ortak zorlanamaz.
201 -
Ortakların kendi kendilerine taksim yapmaları caizdir. Çocuğun yerine velisi
veya vasisi taksim yapar.
Mahkemeden taksim yapması
istenince;
hâkimin, âdil, güvenilir ve taksim işini bilen birisini bu iş için tayin etmesi
gerekir. Bu kimsenin geçimi (yaptığı iş, hâkimin hükmü gibi çekişmeyi
kaldırdığından) devlet hazinesinden sağlanır. Veya malları taksim edilenlerden
alacağı bir ücret takdiri yapılır. Bu ücret hisse miktarlarına göre değil de
kişi başına göre verilir (SM).
202 - Bir
şehirdeki bütün halk bir tek taksim ediciyi tutmak için zorlanamaz. Müteaddit taksim edicilerin
birbiri ile ortak olmasına müsaade edilmez.
203 - Ortaklaşa ellerinde bir akar
bulunduranlar, miras olduğunu iddia ederek mahkemeden taksim etmesini isteseler
hâkim, mal sahibinin ölümünü (SM) ispat (F) ve mirasçıların adedini beyan
etmedikleri müddetçe taksimi yapmaz. Varislerden iki kişi hâkimin huzuruna gelerek,
mal sahibinin öldüğüne ve mirasçıların sayısına ait beyyine ikame edip
kendilerinden başka orada bulunmayan bir mirasçının daha bulunduğunu
ispatlasalar hâkim akarı taksim eder. Ancak akar, bulunmayan mirasçının elinde
bulunuyorsa taksim yapılamaz. Satın alma işinde ise hepsi bulunmadıkça taksim
yapılmaz. Eğer mirasçılardan biri bulunup beyyine de ikame etse yine taksim
yapılamaz.
Ortaklardan Birinin Taksim İstemesi
204 - Bütün
ortaklar kendi hisselerinden fayda temin edebiliyorlarsa onlardan biri
isteyince taksim yapılır. Eğer ortaklar zarar görüyorlarsa taksim yapılmaz.
İki
ortaktan biri taksimden sonra hissesinden fayda sağladığı halde, diğeri zarar
görecekse; faydalananın isteği ile hâkim taksim yapar.
205 -
Mücevher, köle (SMF), hamam, iki ev arasındaki kuyu, duvar ve değirmen
ortakların rızası olmadıkça taksime tabi tutulmazlar [26].
206 -
Müşterek olan konaklar, araziler ve dükkânlardan her biri ayrı ayrı taksim
edilir. Her ev ise ayrı bir hisse olur[27].
Binanın
üst katındaki iki hisseye karşılık alt kat bir hisse olur (SM) [28].
207 -
Paralar, ortakların rızası olmadıkça taksime dâhil edilmezler.
Taksim Edenin Yapması Gereken İş
208 -
Taksim edicinin, ortaklar arasında kur'a çekmesi gerekir. Kur'a da herkes kendi
ismine çıkan hisseyi alır.
209 -
Hâkim veya onun vekili taksim yaptığı zaman bundan hiçbir hissedarın dönmeğe
hakkı yoktur.
210 -
Ortaklardan birine düşen hissede, diğerine ait önceden şart koşulmayan suyolu
veya yol bulunur ve bunları başka tarafa döndürmenin de imkânı olmazsa taksim
fesh edilir.
211 - Ortaklar,
hisselerini aldıklarını ikrar ettikten sonra onlardan biri kendine düşen
hissenin bir kısmının ortağının elinde olduğunu iddia etse delilsiz kabul
olunmaz. Bölenlerin, ortaklar arasındaki anlaşmazlıklarda şahitliği kabul
edilir.
Hissedarlardan biri hissesini
aldığını, fakat sonra ortağının kendisinden geri aldığını söylerse bu
iddiasını ispat etmesi gerekir. Yahut hasmına yemin ettirilir. Eğer bu
iddiasını, kendine düşen payı aldığını ikrar etmeden önce yaparsa davalı ve
davacı her ikisi de yemin eder ve taksim de fesh edilir.
212 - Hissedarlardan
birine düşen hissenin bir kısmına bir başkası sahip çıksa (taksim fesh
edilmeyip) o yerden kendi payına düşeni ortaklarından alır.
Muhâye'e
/ Menfaati Bölüşme
213 - Menfaati
bölüşmek "istihsal"i
deliline göre caiz olmuştur. Ortaklardan birinin yahut hepsinin ölümü ile
menfaati bölüşme akdi bozulmaz. Ortaklardan birinin taksim istemesi ile
muhâye'e akdi bozulur.
214 - Bir
konakta iki ortağın nöbetleşe oturmaları yahut alt katta birisinin üst katta diğerinin
ikamet etmesi üzerine yapılan anlaşma caiz olur.
215 - Ortaklardan
her birinin kendine düşen menfaati (kendisi kullanabildiği gibi) kiraya vermeye
ve gelirini almaya hakkı vardır.
216 - Ortak
bir kölenin, bir gün bir efendisine bir gün öbür efendisine hizmet etmesi
üzerine yapılan anlaşma geçerlidir. Küçük bir ev hakkındaki hüküm de böyledir.
İki ortağın iki kölesi varsa her köle bir ortağa hizmet eder.
Köle hangi ortağa hizmet ediyorsa
yemeğini de onun vermesi şart koşulabilir. Fakat elbise için bu şart muteber
olmaz.
Ortak olan bir kölenin nöbetleşe
gelirini almak caiz olmadığı gibi iki köle hakkında da bu caiz değildir (SM).
217 - Bir
hayvana nöbetleşe binmek (hâkimin hükmü ile) caiz olmadığı gibi ortak iki
hayvan için de caiz olmaz [29].
218 – Ortak
ağaçlardan bir kısmının meyvelerini biri,
diğer kısmın meyvelerini de öteki ortağın toplaması, sürünün bir
kısmının bir ortak, öteki kısmının da diğer ortak tarafından sağılması ve
yavrularının alınması üzerine yapılan akit caiz olmaz. (Hâsılat yine
aralarında müşterek olur).
219 - Müşterek
(ortak) bir köleleri ve bir de evleri olan iki ortağın nöbetleşe köleyi
istihdam etmeleri ve evde oturmaları caizdir. Menfaatleri değişik olan her
şeyde, bunlar gibi muhâye'e akdi sahih olur.
220 - Adalete
uygun hüküm vermek vazifelerin en üstünü ve ibadetlerin en şereflisidir.
Hâkimin müçtehit olması en
uygundur. Böylesi bulunmazsa, şahit olma şartlarını kendinde toplayan, dininde,
emanete riayetinde, akıl ve anlayışında kendisine güvenilen, fıkıh ve sünneti
bilen kimselerin tayin edilmesi gerekir. Müftü olacak kimseler de böyle
olmalıdır.
221 -
Hâkimlik vazifesini almak için can atmak doğru değildir. Adaletle hüküm
vermekde acze düşeceğinden korkan kimsenin de, bu vazifeye girmesi mekruh olur.
Bu vazifeyi yerine getirmede kendine güveni olan birisi için ise böyle bir
mahzur yoktur.
Yetkili kimse olmadığından
hâkimlik işi kendisine kalan kimsenin bu vazifeyi görmesi farz olur.
Edeb; insanlarla iş yapmak ve geçinmek hususunda beğenilen bir
huya ve güzel ahlâka sahip olmak demektir.
Hâkimin edebi de, dinin gösterdiği
adaleti yaymak ve zulmü yok etmek, bir tarafa meyil etmemek, hukukî hadleri yerine getirmek ve
sünnet yoluna gitmektir.
Kaza; kelimesinin lügatte pek çok manaları vardır: İlzam etmek,
haber vermek, bir işi bitirmek, takdir etmek, bir şeyi diğer şeyin yerine
koymak, onun manaları arasındadır.
Hukuk dilinde kaza; "amme
velayetini üzerine alan bir kimsenin söylediği geçerli bir söz"dür.
Kazanın bu tarifi içinde lügat manaları da vardır.
Hiç bir peygamber yoktur ki, Allah
ona kaza etmesini emretmiş olmasın. Allah:
a. Hz. Adem (AS)'e: "Halife" ismini koymuştur.
b. Hz. Muhammed (SAV)'e: "İnsanlar arasında Allahın indirdiği hükümlerle
hüküm ver." (Mâide, a: 49)
demektedir.
c.
Hz. Davut (S.A.): "İnsanlar arasında hak
(ve adaletle) hükmet. (Hükmünde) heva ve hevesine tâbi olma ki bu, seni Allah
yolundan saptırır" (Sad, a: 26) buyurmaktadır.
Kaza etmek, hüküm vermek; iyiliği
emretmek, kötülükten vaz geçirmek, hakkı açıklamak, mazlumu zalimden
kurtarmak, hakkı sahibine kavuşturmaktır. Allah kanunlarını bu işler için
koydu, peygamberlerini bunlar için gönderdi.
·
Zalim
devlet reislerinin hâkimliğe tayin teklifini kabullenmek caizdir.
222 -
Kadının, şahitliğinin kabul edildiği sahalarda hâkim olması caizdir (F).
223 -
Kaza vazifesini devralan hâkim kendisinden önceki hâkimin dava dosyalarını
ister, tutulan sicil ve haritaları gözden geçirir.
224 -
Yeni tayin olunan hâkim, emanetler konusunda ve vakıflara kaldırmada ileriye
sürülen delillere yahut ellerinde bulunduranların itiraflarına göre hüküm
verir. Vazifesinden azl edilmiş bir hâkimin sözü ile hareket etmez. Ancak dava
dosyalarını bu azledilen
hâkim kendisine teslim etmişse onun sözü ile hüküm verir.
225 -
Hâkim, hüküm için mescitte açık bir yere oturur. Davaya camide bakması ise
daha uygun olur [30].
226 -
Hâkim yanında, bir tercüman ve bir de Müslüman kâtip bulundurur. Bu kâtibin
hukuk konularını bilmesi gerekir.
227 -
Hâkim davacı ve davalıyı muhakeme ederken onları karşısında eşit vaziyette
oturtur. Onlara yönelişinde, bakışında ve işaretlerinde hep eşit hareket eder.
Hâkim, hasımlardan biri ile
fısıldaşmaz ve delilini ona telkin etmez. Birini bırakıp da diğerine gülümsemez
ve hiç birisi ile şakalaşmaz. Birini bırakıp da diğerine ziyafet veremez.
228 –
Hâkim kendisine, hâkim olmadan önce hediye vermeyen bir yabancısının hediyesini
kabul etmez.
Hâkim özel davetlerde bulunamayıp
ancak umumî davetlerde hazır bulunur. Hastaları ziyaret eder, cenazelere katılır.
229 –
Hâkime; üzüntü, uyku, kızgınlık gelir ve acıkır, susar veya herhangi hayvanı
bir ihtiyaç arız olursa hüküm vermekten geri durur.
Dava yerinde kendisi için ne bir
şey satabilir ve ne de alabilir.
230 -
Bir hâkim, hüküm verme yetkisini başkasına veremez. Ancak kendisine böyle bir
yetki verilmişse yerine başkasını geçirebilir.
231 - Hazır
bulunmayan bir davalı aleyhine, onun yerine geçen (vekili veya vasisi)
bulunmadıkça hüküm verilemez. Yahut hazır bulunmayan için iddia edilen şey,
hazır bulunan için iddia edilen şeyin sebebi olursa yine bulunmayan davalı
aleyhine hüküm verilir [31].
Hâkimlik ve Bir Hâkime Başka
Bir Hâkimin Kararının Arz Olunması
232 – Hâkime,
başka bir hâkimin kararı arz olunduğu zaman bu karar; kitap, meşhur sünnet
veya icmaya aykırı değilse imzalar.
233 -
Bir hâkimin, lehine şahitlik yapması kabul olunmayan birisi için hüküm vermesi
caiz olmaz. Kendisini hâkimliğe tayin eden kimsenin leh ve aleyhindeki
davalara ise bakabilir. Hâkim, milletin vekilidir, kendisini tayin eden
idarecilerin vekili değildir. Bu bakımdan kendisini tayin eden reisler ölse
bile onun hâkimliği devam eder.
234 -
Hâkimin kendi hâkimliği zamanında ve bölgesinde kul haklarından olduğunu
bildiği bir davaya bakması caiz olur.
235 -
Nikâh, boşanma ve alışveriş gibi akitlerde ve mevcut bir akdin feshi konusunda
yalancı şahitlerin (tezkiyelerinden
sonra) şahadetlerine dayanılarak verilmiş olan bir hüküm, hem insanlar ve hem
de Allah katında (SM) geçerli olur [32]. Bağış ve miras da
böyledir.
236 –
Davacı (müdde'i)’nın, muhakeme sonunda
haklı olduğu anlaşılır da, borçlusunun haps edilmesini isterse, hâkim haps
etmeyip üzerindeki borcu ödemesini emreder. Eğer ödemekten kaçınırsa haps
eder. Borçlu fakir olduğunu ikrar ederse serbest bırakılır.
237 - Borçlu
fakir olduğunu ileriye sürerken, alacaklı zengin olduğunu iddia eder ve hâkim
de onun zengin olduğunu biliyorsa yahut borç, malın bedeli olan bir para veya
borç olarak verilen bir mal ve bir para ise yahut kefalet ve mehir gibi üzerine
aldığı bir borç ise veya karısını mal karşılığında boşamasından doğan ve
bunlara benzer şeylerin borcu ise hâkim borçluyu haps eder. Bu türlü borçların
haricinde fakir olduğunu iddia eden borçlu tutuklanmaz. Ancak varlıklı kimse
olduğu ispatlanırsa yine tutuklanır.
238 -
Borçluyu bir müddet haps eden hâkime, "eğer malı olsaydı ortaya
çıkarırdı" diye bir kanaat gelirse onun durumunu araştırır, malı
çıkmazsa serbest bırakır. Bununla beraber zengin olduğu ispatlanırsa hapsi
uzatılır.
239 –
Erkek, karısının nafakasından dolayı haps edilir.
Bir baba çocuğuna olan borcundan
dolayı haps edilmez. Ancak çocuğuna nafaka vermekten kaçınırsa haps olunur.
240 -
Şüphe ile düşmeyen [33] bütün hukuk davalarında bir hâkimin diğer bir hâkime
gönderdiği yazı kabul edilir. Bu yazışma, nikâh, borç, gasp, inkâr edilen
emanetler, şirketi mudarebe, nesep ve akar davalarında yapılır.
Menkul mallar (taşınabilen mallar)la ilgili davalarda bu
yazışma kabul edilmez.
241 -
Yazının, hangi hâkime ait olduğunu ispatlayan, bir beyyinesi (delili) olmadıkça
nazara alınmaz. Ayrıca yazı gönderilen hâkimin de yazıda belirtilmesi gerekir.
Bundan sonra da dilerse:
"Müslümanların hâkimlerinden yazı kendisine ulaşan herkese,
Müslüman olmayan hâkimlere değil" kaydı konulur.
Hâkim, tanzim ettiği yazıyı
şahitler huzurunda okur ve içinde olan şeyleri onlara anlatır, sonra
huzurlarında yazıyı mühürler. Şahitler de o yazıda olan şeyleri bellerler.
Şahitlerin isimleri baba ve dede
adları yazıya dâhil edilir. Ebû Yusuf hâkimliğe başlayınca bu söylenen kayıtlardan
hiç birini şart koşmadı. Serahsî
de: Halka kolaylık olsun diye Ebû Yusuf’un görüşünü benimsemiştir.
Tabiî ki hiç bir zaman haber almak, görmek gibi olmaz.
242 -
Yazı, davaya bakan hâkime gelince, mührüne bakar. Şahitler; "bu yazının falan hâkimin olduğuna ve
hüküm meclisinde kendilerine teslim ettiğine, kendilerine okuyup
mühürlediğine" şahitlik
yapınca, hâkim mektubu açar ve hasma karşı onu okur ve içindekilerle hasmı ilzam eder. Hasım mahkemede
bulunmayınca hâkim bu gelen yazıyı kabul etmez.
243 - Yazıyı gönderen hâkim ölür veya
vazifesinden azl edilirse yahut yazısı yerine varmadan önce kazai ehliyeti
(yargısal yetkisi) alınırsa bu yazı iptal olur. Yazının gönderildiği hâkim de
ölürse yine iptal olur. Ancak yazının altına gönderilen hâkimin isminden
sonra; "Müslümanların
hâkimlerinden kendisine ulaşan herkese", diye bir kayıt konuldu ise,
ismi yazılan hâkim ölse de bu yazı geçerli olur.
244 - Hasmın
ölümü ile yazı iptal olmayıp mirasçılarına geçer.
245 -
Hasım, yazının gönderildiği hâkimin bölgesinde yoksa ve davacı onun delilini
dinlemek ve onun için hasmı, (davanın
bulunduğu yerdeki) hâkime bir mektup yazmak isterse yazar. Bu mektuba ilk gelen
yazının bir nüshasını veya o manada bir yazı koyar.
Hakem Tâyin Etmek
246 - Davacı
ve davalının, bir kimseyi aralarında hüküm vermek için hakem tayin etmeleri
caiz olur (F).
247 -
Şüphe ile düşen (kısas ve had) davalarında hakem tayin etmek caiz değildir.
248 - Hakemin,
hüküm vermeğe ehil olması şarttır.
249 -
Hakem tayin edilen; delilleri dinler, tarafların ikrarına, yeminden
dönmelerine ve çekinmelerine göre hüküm verir. Hakemin verdiği hükmü her iki
tarafın da yerine getirmesi gerekir.
250 -
Davalı ve davacıdan, her birinin hüküm verilmeden önce hakem tayini işinden
dönmeğe hakları vardır.
251 - Hakemin
verdiği karar, bir kadıya havale edilirse mezhebine uygun görürse imzalar.
Uygun değilse bu kararı bozar.
252 - Hakemin,
lehlerine şahitlik yapamayacağı kimselerin (ana-baba, aile ve çocukları) lehine
hüküm vermesi caiz olmaz.
---------
DİPNOTLAR VE AÇIKLAMALAR
[1]. Bey:
Alış-veriş.
Lügâtte:
Mutlak bir mübadele ve değişimdir, ister
mal ve ister başka bir şeyi olsun satın almak da böyledir. Allah Teâlâ: "Şüphesiz ki Allah, hak yolunda
(muharebe ederek düşmanları) öldürmek, kendileri de öldürülmekte olan
müminlerin canlarını ve mallarını kendilerine, cennet (vermek)
karşılığında satın almıştır- Tövbe: a. 111.” buyuruyor.
Başka
bir ayette de: "Onlar doğru yolu bırakıp sapıklığı,
mağfirete bedel azabı satın almış kimselerdir. - Bakara, a: 175" denilir.
Hukukta
alış-veriş:
"Kıymeti olan bir malı,
yine kıymeti olan diğer bir mal karşılığında mülk edinmek ve edindirmek kaydı
ile değiştirmektir." Eğer
malın kendisi değil de menfaati bir bedel karşılığında başkasına devredilirse
o bey'e, icare (kira) veya
nikâh denilir. Eğer karşılıksız ise ona hibe
(bağış) denilir.
Alış
- verişin meşruluğu;
kitap, sünnet ve aklî delillerle
sabittir. Allah Teâlâ Kur'an'da:
"Allah alış-verişi helâl, rîbayi
(faizi) ise haram kılmıştır. — Bakara, a: 275" diyor.
Yine:
"Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin.
Meğerki (o mallar) sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret (malı)
ola...- Nisa, a: 29" der.
Sünnete
gelince:
Hz. Muhammed (S.A.V)
Peygamber olarak gönderildiği zaman insanlar ticaret yapıyorlardı.
Peygamberimiz (S A.) onlara dokunmayıp, işleri üzerinde serbest bıraktı.
Kendisi de bizzat veya vekili vasıtası ile satın aldı ve sattı. Ticaretin
meşruluğunda âlimler birleşmişlerdir. Akıl yönünden de ticaretin meşruluğuna
olan ihtiyaç mühimdir. Çünkü insanlar diğerlerinin elindeki yiyecek, içecek, ticaret malı ve paraya muhtaçtırlar.
Bunları elde etmenin alışverişten başka yolu yoktur, insanların cimriliği ve
mala olan sevgileri ellerindeki malı karşılıksız çıkarmaya engeldir. Böylece
karşılıklı ödeşmeye ihtiyaç vardır, insanların, ihtiyaçlarını gidermeğe yol
bulmaları gerekir. Alış
- verişin esası; icap (sattım,
sana verdim) ve kabul (razı oldum)’dur.
Bu ikisi, hükmün bağlı olduğu rızayı gösterirler. Bu ikisi anlamında olan söz
de böyledir.
Akdin şartı:
Maldır ve satanın ticarete ehil
olmasıdır. Yoksa sahih olmaz.
Akdin Mahalli:
Maldır ve hukuk yönünden ondan
bahsedilir. Karşılık’in sabit olmasıdır.
Hükmü:
Kesinleştiği zaman veya bir şeye bağlı
olup izin verildiğinde alan için mülkiyetin satan için de bedel olmadan alış
veriş kesinleşir.
İcap:
Sattım, sana verdim.
Kabul:
Razı oldum anlamındadır.
[2]. Ö. N. Bilmen İslâm Hukuku.
Kafîz: 12
sa' miktarında bir ölçü âletidir. (1 sa1 = 2.917 kilogramdır). Kafîz aynı
zamanda yer ölçme aletidir. (Eski Araplarda kullanılan hacim ölçüsüdür. Kafîz:
33 lt - Sâ' ise, 2.75 lt’dir. Yani 1 Kafiz, 12 Sa’ya eşittir. – akn)
[3]. Susam, pirinç, ceviz ve badem de buğday ve bakla gibidir. Hz. Muhammed (S.A.V)'in, beyazlanıp hastalıktan kurtuluncaya kadar başağı üzerindeki buğdayın satışını yasakladığı nakledilmiştir. Olgunlaşan buğday istifade edilecek durumda olduğundan satışı caizdir. Satıcının, ekinini harman edip yabalaması vazifesidir. Döşekteki pamuk da aynıdır. Satıcının çıkarıp atarak teslim etmesi borcudur. Fakat meyve ve üzüm toplamak, soğan ve kökleri çıkartmak ve benzeri şeyler kendi yerlerinde işleme tâbi olduğundan ve örf olarak alana aittir.
[4]. Yol bellidir. Suyolu ise suyun aktığı
yerdir ve belli değildir. Çünkü genişler ve daralabilir.
[5]. Kıymetine göre satılan mallara Kıyemî
denilir. Bunlar çarşı ve pazarda benzeri bulunmayan, bulunsa da fiyatça farklı
olan şeylerdir. Yazma kitaplar, işlenmiş kaplar, hayvanlar, karpuz ve kavun
gibi meyveler bu çeşittendir.
[6]. Misliyle satılan mallara misli denilir. Bunlar arasında
fiyatın değişmesini gerektiren bir farklılık yoktur. Kendi gibileri bulunan
şeylerdir. Ölçü ve tartı ile satılan mallar, ceviz ve yumurta gibi her biri
birbirine yakın olan şeyler bu çeşittendir. (Bak. Ö. N. Bilmen İslâm Hukuku).
[7]. Ümm-ü Veled: Efendisinden çocuk yapan cariyedir.
Müdebber:
Efendi: "ben öldükten sonra kölem
hürdür” derse bu köleye müdebber denilir ve efendisinin ölümüyle hürriyete
kavuşur
[8]. Müzabene:
Ağaç üzerindeki yaş hurmanın yerdeki kuru
hurma karşılığında karara bağlanan bir ölçüde satılmasıdır.
Muhakale:
1. Başaktaki buğdayın başaktan arınmış
buğdayla kararlaştırılan ölçüde satılmasıdır. 2. (Başka bir deyişle); olmamış ekini, ölçüsü belirli bir yiyecek
karşılığında satmaktır.
[9]. Tecil
etmek para için meşru’dur. Malı tecil etmek olmaz.
Mihrican/Mehrican: İranlılarda bir bayram. Ağustos sonunu, sonbaharın
başlangıcını anlatır. Kürtçe'de 'sonsuz sevgi 'anlamına gelir. Ayrıca kürtlerin
31 ağustos'da kutladıkları bayramın da adıdır (yanlış hatırlamıyorsam.
[10]. Bu iş şöyle olur: Taşradakinin getirdiği malı alan şehirli; malı, şehre indiği zamandaki
mevcut fiyatından daha yükseğine satmak için; şehir halkının zararına olarak
malı satışa arz etmeyip depolar. Eğer bu işin, şehir halkına zararı yoksa ve
ayrıca taşralıya da menfaat sağlıyorsa mekruh değildir.
[11]. Mislî ve kıyemî tabirleri için 5 ve
6 nolu dip notlara bak.
[12].
Riba:
Lügatte, fazlalık manasınadır. Şeriatta
ise; aynı cins malların birbiri ile karşılıklı satış akdinde şart koşulan bir
fazlalıktır. Riba; (Faiz) Kuranda yasaklanmıştır: "Allahüteala alış-verişi helâl, faizi ise haram kıldı - Bakara,
a: 275" ve diğer bir ayette de “faizi yemeyiniz -Al-i İmran, a: 130” buyurulur.
Faizin haram olduğu Hz. Muhammed
(SA.V)'in sözlerinde de açıkça ifade edilmiştir. Şu hadis bunun en güzel
misalidir:
“Altın, altın karşılığında; ağırlık
ölçüsü ile peşin olarak, misli misline satılır. Fazlalık faizdir. Buğday,
buğday karşılığında, peşin olarak, ölçekle misli misline satılır; fazlalık
faizdir. Arpa, arpa karşılığında; peşin olarak, ölçekle, misli misline
satılır; fazlalık faizdir. Tuz, tuz karşılığında, ölçekle peşin olarak misli misline satılır; fazlalık faizdir --
Buhari ve Müslim”.
Bu hadisin hükmünün başka maddelere
de şamil olduğunda icma vardır.
[13].
Keylî:
ölçü aletleri ile ölçülen maddelerdir.
Buğday, arpa, hurma, tuz v.s.
Veznî: Tartılan maddelerdir. Altın, gümüş,
yağ, şeker gibi.
[14]. Selem: Lügatte Öne
almak ve teslim etmek demektir. Fıkıhta ise: Peşin paraya veya peşin mala
karşılık veresiye bir mal almaktır. Selem, kıyasa aykırı olarak meşru olmuştur,
çünkü bu, bir mal olmadan önce onu satmaktır. Bunun meşruluğu şu ayete
göredir: Ey iman edenler
(yaptığınız alışveriş sonunda) muayyen bir vade ile birbirinize borçlandığınız
zaman onu yazın (senet yapın) -Bakara, a: 282).
Ibni Abbas (R.A.) der ki: Allah’a şahadet ederim ki Allah Teala
'Selem akdine" izin verdi ve onun hakkında Kur'an'daki en uzun ayetini indirdi. Hz. Muhammed (S-A.V) de: Sizden selem akdi yapan kimse, belirli bir vadeye kadar ölçeği ve
tartısı bilinen bir mal ile selem yapsın, der. (Buharî).
[15]. Habbe: 1/48 dirhem. (Bak. Ö. N. Bilmen îslâm Hukuku.)
Fulûs: Felsler kelimesinin çoğuludur. Zamanın ufaklık para ihtiyacını
karşılamak amacıyla basılır. Bakır, nikel ve benzeri madenlerden basılmış
paralardır
[16]. Şuf’a: 1. Lügatte
ilâve etmek, katmak demektir. Istılahta ise: "Satılan mülkü ona komşu
veya ortak olanın mülküne katmaktır”.
Şuf'a: 2. Bir fıkıh kavramı olan şuf'a, satılan bir mülkü, satın alana kaça mal
oldu ise, o miktar karşılığında mülkiyetine geçirme yetkisi veren bir haktır.
Buna göre bir şahıs bir akarını, şuf'a hakkı bulunmayan birisine satsa, şuf'a
hakkına sahip üçüncü şahıs, satış bedelini ve diğer masrafları ödeyerek akarı
cebren satın alabilir. Hak sahibine şefi',
satılan mala da meşfû' denir. Şuf'a
hakkı şefî'e mülkiyeti zorla alma hakkı vermenin yanında, akarın maliki ya da
müşterisine, bu akarı bedeli karşılığında şuf'a hakkı sahibine teslim etme
mükellefiyeti de yükler. Şuf'a hakkı yalnızca akarlarda söz konusudur. Mülk,
akar dışındaki mallar şüf'a hakkına konu olmaz. Bir akarda şuf'a hakkının
doğmasının sebepleri, malda ortaklık, irtifak haklarında ortaklık, bitişik
komşuluk şeklinde sıralanabilir. Farklı gruplardan şuf'a hakkına sahip kişiler
bir arada bulunması halinde, öncelikle ortak olanın hakkıdır. Bundan sonra
irtifak haklarında ortak olanlar, daha sonra da bitişik komşular hak
sahibidirler-(akn).
[17]. Kira: Belirli bir
bedel karşılığında herhangi bir mal, gayrimenkul veya bir menkulün kullanım
hakkını elde etmektir.
Temlik: Herhangi
bir şeyi başkasının mülküne geçirmektir.
İki
türlüdür:
1- Malın mülk olarak verilmesi,
2- Menfaatlerin verilmesi.
Malın
verilmesi de iki kısma ayrılır:
A) Alış-verişte olduğu gibi bir bedel
karşılığında vermek,
B) Bağış, vasiyet ve sadakada olduğu gibi
karşılıksız vermek.
Menfaatleri
temlik etmek de ikiye ayrılır:
a) Ödünç vermek ve maldan sağlanan faydayı
başkasına vasiyet etmek gibi karşılıksız olur.
b) Kiraya vermede olduğu gibi karşılıklı
olur. Bundan dolayı, satış manası bulunduğundan kiraya "menfaatlerin
satışı" ismi verilmiştir.
[18]. Meselâ 5 kile buğday deyip, 6 kile buğday
yükletilir de hayvan ölürse, hayvanın, altıda bir kıymetini ödemek lâzım gelir.
— Ö. N. Bilmen, İslâm Hukuku.
Muhayyer: Beğenilmediğinde geri
verilmek koşuluyla alınan (eşya vb.), seçmece, seçmeli. [19]. Düğünlerde yemek pişirmek için tutulan bir
aşçı yemeği tabaklara koymadıkça pişirmeyi tamamlamış sayılmaz. Fakat tek
kişiye yemek pişirmek böyle değildir.
[20]. At,
eşek ve bütün döl veren hayvanlar için durum aynıdır. Hz. Peygamber bunun için
ücret almayı yasaklamıştır.
[21]. Rehin: Lügatte, haps etmek demektir. Allah Teâlâ:
"Her nefis kazandığı şey mukabilinde bir rehindir" (Müddessir, a:
38) buyurur. İslâm hukukunda rehin:
"Bir malı onunla alınabilmesi mümkün olan bir hak karşılığında haps
etmek"tir. Rehin, borcu almanın bir garantisi olarak meşru
kılınmıştır. Rehin veren, malının haps edilmesi yüzünden rahatsız olur. Bunu
kaldırmak için borcunu vermede acele eder ve malının faydasına kavuşur. Rehin
alan da hakkını almış olur. Rehinin meşru olduğu kitap sünnet ve icma ile
sabittir.
- Rehin verene "râhin",
rehin alana "mürtehin",
rehnedilen şeye "merhün,
rehin veya rehine"
denilir.
- Kuranda: "Eğer bir
sefer üzerinde iseniz, bir yazıcı da bulamazsanız o vakit (borçludan)
alınmış rehinler (de yeter)" (Bakara, a: 283) denilir. Müfessirler bu ayeti şöyle
açıklamışlardır: Yolcusunuz, alacağınıza mukabil senet yazacak bir
kâtip de bulamadıysanız, mallarınızın güveni ve alacağınızın teminatı
olarak bir rehin alıkoyunuz.
- Sünnete gelince: "Hz. Muhammed
(SA.V) Medine'deyken Ebî Şahmi'l-Yahudi isminde birinin yanında zırhını
rehin olarak bıraktı"- Hz. Muhammed'e peygamberlik geldiği
zaman insanlar rehin muamelesi yapıyorlardı. Peygamber onları, bundan vaz
geçirmedi. İcma da bu yönde olmuştur.
[22]. Tahliye: Mürtehinin rehine verilen malı ele
geçirmesini mümkün kılmak, malı alınacak durumda bırakmak demektir.
[23]. Hayvanın yavrulaması, sütü, rehin olan
malın getirdiği para, bağ-bahçeden çıkan meyveler v.s. gibi.
[24]. Kısmet: (taksim) ortaklığa son vermek, birden fazla
kimsenin bir maldaki karışık ve orantılı hisselerini birbirinden ayırt etmek
demektir. Kuranda "Bir de
suyun herhalde aralarında taksimli olduğunu kendilerine haber ver. Her su
nöbetinde (sahibi) hazır (bulunsun) dedik." (Kamer, a: 28) buyuruyor. Yani hisseler birbirine karışmış ve ortak değil,
(su içme hakkının) bir gün halkın, bir gün de devenin olmak üzere birbirinden
ayırt edilmiştir.
Hz. Muhammed (S.A.V)'in
ganimetleri taksimi: Hisselere bölüp onlardaki ortaklığı
kaldırması şeklinde olmuştur. Bir şeyi bağışlamada da taksimin bu manası mer'î
(Riayet edilen, hükmü geçen.
Makbul sayılan, hürmet edilen.) olur.
Taksim bazen hisseleri birbirinden ayırt
etmek ve sahiplerine tahsis etmek şeklinde bazen de karşılıklı mübadele ve
bedel vermek şeklinde olur. Taksimin meşruiyeti (GEÇERLİLİK) kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur.
Kur’an'da da şöyle denilir: "Biliniz
ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin mutlaka beşte biri Allah’ın,
Resulünün, Resulün hısımlarının, yetimlerin, yoksulların, yolcunundur. Allah
her şeye hakkı ile kadirdir" (El-Enfâl,
a: 41). Bu ayet hisseleri açıklamaktadır ki, bu da taksimden ibarettir.
Hz. Muhammed (SAV)’de ganimet ve mirasları
taksim etmişti. Hayber Arazisini, Sahabe arasında paylaştırdı. Hz. Ali (R.A.),
Abdullah b. Yahya'yı hane ve arazileri taksim etmekle vazifelendirmişti.
Abdullah, bu işinin karşılığında bir ücret de alıyordu.
Taksim hakkında icma da vardır. Müşterek
maldan faydalanmak zor olur. Taraflardan her birinin mallarındaki faydaya
kavuşabilmeleri için taksime ihtiyaç duyulmuştur. Yahut faydalanmak ortak
malın menfaatlerini bölüşmekle olur. Bazen de hiç fayda sağlanamaz. Taksim ise
malın menfaat ve faydasını tamamlar.
[25]. Taksim,
söylendiği gibi bir yönden ifraz, diğer yönden mübadele şeklinde olur.
[26]. Taksiminde zarar bulunan her şey böyledir.
Ortak olan küçük bir ev, kapı, bir tek ağaç ve gömlek gibi. Taksim,
denkleştirmeyi gerektirir. Bazı şeylerde ise denkleştirmeğe gitmek mümkün
değildir. Mücevher ve köle gibi.
[27]. İmam
Muhammed'e göre: Bir konağın
taksiminde bir hisseye düşen bina diğer hisseye düşen binadan daha kıymetli
olduğu takdirde, mümkün ise kıymeti az olana arsadan, kıymeti ötekine denk
gelecek kadar yer verilir. Mümkün değilse bu denklik para karşılığında
sağlanır. Çünkü şekil olarak muadelet; denklik sağlanamazsa manevî
denkleştirme yoluna gidilir. Fetva buna
göre verilmiştir.
İmam Ebû Hanife'ye göre: Arsa mesaha ile taksim edilir. Hissedarlardan birinin hissesi daha iyi
veya bina o hisse içinde bulunuyorsa diğerine denkliği temin edecek kadar para
verilir. Bu durumda para taksime zaruretten dahil ????
Her ev
ki, bu tek bir kattan ibaret olması gerekir, ayrı bir hisse olur. Zira bunun
ortaklara bölünmesinde zarar edilir. ( Ö. N. Bilmen, islâm Hukuku – Mecelle,
mad. 1138).
Asıl
metinde "dâr"
olarak geçen kelime konak ve saray manasınadır. Bu da birkaç bina ve arsadan
meydana gelen geniş bir yerdir (Mütercim).
[28]. Ebû Yusuf a göre alt ve üst katlar eşit hisse
olarak nazara alınır, imam Muhammed'e göre alt ve üst katlar ayrı ayrı
kıymetlendirilir ve kıymetlerine göre bölme yapılır. Fetva buna göre
verilmiştir. Alt ve üst katlardan sağlanan faydalar değişik olduğundan, bunlar
ayrı cins olarak nazara alınmıştır.
[29]. Çünkü
binmek binenlere göre değişir. Fakat iki ortak aralarında anlaşarak nöbetleşe
binebilirler. Bu, imam Ebû Hanife'ye göredir.
İmameyne göre ise; ister mahkeme karan ile
olsun isterse de rıza ile olsun her iki durumda da nöbetleşe binmek caiz olur.
( Ö. N. Bilmen, İslâm Hukuku).
[30]. İlk zamanlarda camiler aynı zamanda mahkeme olarak kullanılırdı. Hz.
Peygamber davalara mescitte bakıyordu. Raşit halifeler de öyle yaptılar.
[31]. Bir kimse başka birinin elinde
bulunan evin kendisinin olduğunu iddia etse o da inkâr edip, evi orada
bulunmayan falandan satın aldığına delil getirse bu delil ile orada olan ile
olmayanın aleyhine hüküm verilir.
[32]. İmam
Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre Allah katında geçerli olmaz ve o şeyin haram veya
helâl oluşu olduğu gibi kalır. Çünkü hâkim şahitlerin yalancı olduğunu
bilseydi öyle hüküm vermeyecekti.
[33]. Kısas ve had cezaları şüphe ile düşen
cezalardır.
Had: Sözlükte, "Mani olmak" demektir.
İki şeyi birbirine karışmaktan men eden mânia da haddir. Haddin çoğulu
"hudut”tur.
İslam Hukukunda Had: Allah hakkı olarak yerine getirilmesi gerekli
bulunan sınırlı ve belli cezadır. Bu cezalar, zararı tüm insanlığa dokunan bir
takım kötü iş ve eylemlerden insanları menettiği için "had" adını almışlardır.
İmam Muhammed'e göre (yazışma) ise; bütün menkul mal davalarında yazışma kabul edilir ki, fetva buna
göre verilmiştir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder