19 Haziran 2015 Cuma

4. İHTİYAR

İÇİNDEKİLER

DAVA
İkrarda İstisna Yapmak / Hariç Tutmak
Şahitlerde Bulunması Gereken Vasıflar
Görülen ve Duyulanlara Şahitlik Yapmak
AÇIKLAMALAR VE KELİMELER

**

HACR / MANİ OLMAK [34]

253 – Hacr’ı gerektiren sebepler üçtür
1) Küçük olmak,
2) Mecnun (deli) olmak,
3) Kölelik.
254 - Mecnunun ve akıl erdiremeyen  (mümeyyiz olmayan) [35] çocu­ğun tasarrufu aslen caiz değildir. Aklı eren (mümeyyiz olan) çocuğun tasarrufu, velisi geçerli sayarsa veya önceden izin vermişse caiz olur. Köle tasarruf konusunda mümeyyiz olan çocuk gibidir.
Çocuğun ve delinin yaptıkları akitler, ikrarları, boşamaları ve köle azad etmeleri sahih değildir.
255 - Akıl-baliğ olmayan çocuk ve deli, başkasının malını telef eder­se ödenmesi gerekir.
256 - Kölenin sözleri, kendi hakkında geçerlidir. Bir malı ikrar ederse azad olduktan sonra onu ödemesi gerekir. Had yahut kısas ceza­sını gerektiren bir suçu işlediğini veya ailesini boşadığını ikrar ederse, had veya kısas uygulanır.
257 - Erkeğin bulûğa ermesi; uyurken ihtilâm olması, gebe bırak­ması ve meni getirmesi ile olur. Bunlar yoksa 18 yaşına ulaşması ile bulûğa ermiş olduğu kabul edilir (SM). Kızın bulûğa ermesi, uyurken ihtilam olması yahut âdet görmesi veya gebe kalması ile gerçekleşir. Bu haller yoksa 17 yaşına girmesi ile bulûğa ermiş sayılır (SM).
18 yaşına giren erkek ve 17 yaşına giren kız, yani mürahik ve mürahika bulûğa erdiklerini söylerlerse sözleri kabul edilir.
258 - Akıl-baliğ olan hür bir kimse malını menfaatine uygun olmayan şeylere harcayan bir sefih [36] olsa da hacr edilemez (SM).
Reşit olmadan âkıl-bâliğ olan bir çocuğa 25 yaşına basıncaya kadar malları teslim edilmez. Fakat 25 yaşına girince reşit olduğu görülmese bile malları kendisine teslim edilir [37] (SM).
259 - Sefihin, mahcur kılınmadan önce yapmış olduğu tasarrufları geçerli olur.
260 - Ne fâsık ve ne de borçlu olanlar hacr edilmezler.
261- Alacaklılar borçlunun (kudreti olduğu halde borcunu ödemeyi uzatmasından dolayı) hapsedilmesini isterlerse; hâkim, malını satıp borcunu ödeyinceye kadar borçluyu hapseder.
262 - Borçlunun nakit parası varsa ve borç da nakit para cinsinden ise hâkim, borçlunun izni olmasa da bu para ile ödemede bulunur. Borç­lunun dirhem parası olup, borç dinar para olarak verilecekse veya du­rum bunun tersi ise hâkim borç için değişik parasını satar. Bunun için eşyalarını ve akarını satılığa çıkartmaz. İmam Muhammed ve Ebû Yu­suf a göre; bunlar da satılığa çıkartılır ki, fetva buna göredir.
263 - Müflisin (iflâs eden) hiç malı çıkmazsa "Hâkimin edebi" bahsinde geçtiği gibi haps edilmeyip serbest bırakılır.
İflâs eden borçlu hapisten çıktıktan sonra, alacaklıların borçluyu devamlı takip etmelerine engel olunamaz. Ancak bunlar onu tasarrufla­rından ve yolculuktan alıkoyamazlar. Sadece fazla kazancını alıp ara­larında hisselerine göre taksim yaparlar.

İZİN [38]

264 - Hacr altında bulunan bir kimseye izin verilmiş olduğu:
1) Açık olarak,
2) Delâlet (Z) yolu ile anlaşılır.
Tasarruftan men edilen kimseyi, velisinin alış-verişte bulunurken görüp bir şey dememesi delâlet yolu ile izin sayılır. Bu alış-verişin veli için veya bir başkası için yapılmış olması, velinin emriyle yahut emri bu­lunmadan yapılması, alış-verişin sahih veya fasit bir alış-veriş olması arasında fark yoktur.
265 - Mezuna verilen izin:
1) Genel olur,
2) Özel olur.
266 - Yemek için bir yiyecek ve giymek için elbise satın almasına izin verilen bir mahcur, mezun olmuş sayılmaz [39].
267 - Kendisine izin verilen kimsenin:
1) Alış-verişte bulunmaya,
2) Kendine vekil tayin etmeye,
3) Sermaye edinmeye,
4) Mudarebe ortaklığı kurmaya,
5) Ödünç vermeye,
6) Rehin verip rehin almaya,
7) Kiraya vermeye ve kiralamaya,
8) Sipariş vermeye ve siparişleri kabul etmeye,
9) Ziraat ortaklığı kurmaya,
10) Yiyecek satın almaya,
11) Ekip biçmeye,
12) İnan ortaklığını kurmaya hakkı vardır
268 - Kendisine izin verilen kimse, borcu olduğunu, bir malı gasp ettiğini veya yanındaki malın emanet bulunduğunu ikrar ederse, bu ik­rarı sahih olur.
269 - Mezun:
 1) Evlenemez,
 2) Kölelerini evlendiremez (S),
 3) Kölesi ile mükâtebe akdi yapamaz,
 4) Kölesini azad edemez,
 5) Borç veremez,
 6) Bağışta bulunamaz,
 7) Sadaka veremez,            
 8) Kefil olamaz,
 9) Yiyeceklerden birazcık hediye edebilir,
10) Kendileri ile iş yaptığı kimselere ziyafet verebilir,
11) Kölesinin ticaret yapmasına izin verebilir.
270 – Kölenin, izin sebebi ile edindiği borçlar, kendi boynuna kalır. Efendisi, malı ile kendisini kurtarmadıkça borçları için satılığa çıkartılır. Köle borçlarını ödemeyip, efendisi ödeyince alacaklıların kölede bir hakları kalmaz. Aksi halde köle satılır ve parası alacaklıları arasında hisselerine göre taksim edilir. Bundan sonra yine borç kalırsa hürriyetine kavuşunca onlar da kendisinden istenir.
271 - Efendi, kölesini ticaretten men edince bulunduğu çarşı ehli veya onların çoğu, bunu öğreninceye kadar mahcur sayılmaz.
272 - Ticaret yapmaya mezun olan cariyenin efendisinden çocuk doğurması ile (Z) ve kölenin firar etmesi ile bu izin kalkar. Yine ticarete izinli olan kölenin efendisi ölür yahut cinnet getirirse veya dinden dö­nüp dâr-ı harbe iltihak ederse köle yeniden hacr altına alınmış olur.
273 - Kölenin mahcur olduktan sonra elindeki mal hakkında yaptı­ğı ikrarları sahih olur (SM).
274 - Kölenin borçları, elindeki malından ve kendi kıymetinden faz­la olunca efendisi onun malından hiçbir şey alamaz (SM).
275 - Efendi, borçlu olan kölesini azad edince bu geçerli olur ve kö­lesinin kıymetince parayı borçlularına öder. Kalan borçları ödemek kö­leye düşer.

İKRAH / ZORLAMA [40]

277 -  İcbar / (İkrâh)ın sabit olabilmesi için bir takım şartların bu­lunması gerekir:

1) Mücbir / (zorlayan)in tehdidini yerine getirmeğe kudreti bulun­ması şarttır.                                                                               
2) İcbar edilen / (zorlanan) kimsenin, istenen şeyi yapmadığı tak­dirde tehdidin hemen gerçekleştirilmesinden korkması gerekir.
3) İcbar edilen kimsenin zorlanmadan önce yaptırılmak istenen iş­ten kendi hakkı yahut başkasının hakkı veya şer’i bir hak yüzünden sa­kınmış olması şarttır.
4) Tehdidin; öldürmek veya bir azayı yok etmek yahut gamını ge­rektirip rızayı kaldıracak bir durumda bulunması şarttır.
278 - Bir kimse ölüm veya şiddetli dayak yahut haps olunmak teh­didi ile malını satmaya, bir malı satın almaya, kiraya veya bir ikrara zorlanır da isteneni yapar ve sonra da zorlama kalkarsa; dilerse yaptığı akdi kabul eder, dilerse de fesh eder.
279 - Alış-verişe icbar edilen, onun bedelini kendi isteği ile alırsa bu izin sayılır. Eğer zorla aldırmışsa bu izin sayılmaz ve alınan mal duru­yorsa geri iade edilir.
280 - Zorla alınan mal, el değiştirerek mücbir olmayan müşteri elinde helak olmuşsa mal sahibi müşteriye malının kıymetini ödettirdiği gibi, zorlayana da ödettirmek hakkına sahiptir.
281 - Karısını boşamaya veya kölesini azad etmeğe zorlanan, bu istekleri yerine getirirse, karısı boş ve kölesi azad olmuş olur. Bu durumda kölesinin kıymetini zorlayana ödettirir ve kölenin velayeti de azad edene ait olur. Boşama, zifafa girmeden önce olmuşsa, mehrin yarısını ve eğer, mehir tayin edilmemişse vermesi lâzım gelen mut'ayı zorlayandan alır.
282 - Hapis veya dayak tehdidi ile içki içmeğe, leş yemeye, dinden dönmeye, bir Müslüman’ın yahut Zimmînin malını telef etmeğe zorlanan icbar edilmiş sayılmaz. Ölümle tehdit edilirse yukarıdaki fiilleri işlemesine izin vardır. Ancak işlemeyip sabır eder ve öldürülürse, sevaba nail olur.
283 - Birisini öldürmeğe zorlanan bu işi katiyen yapamaz, öldürülünceye kadar sabretmek mecburiyetindedir. Öldürürse günahkâr olur. Bu durumda kısas cezası zorlayana verilir (Z.S).
284 - Dinden dönmeğe zorlanan karısı baîn talak ile ondan boş olmuş sayılmaz.
285 - Zinaya zorlanana da had cezası verilmez (Z).

 DAVA [41]

286 - Davacı (müddei) davasından vaz geçtiği zaman muhakeme­ye zorlanamaz. Davalı (müddei aleyh) ise zorlanır.
287 - Dava edilen hakların cins ve miktarının belli olması gerekir.
288 - Alacak davasında, davacı, alacağını (cins ve miktarını belir­terek) istediğini bildirir.
289 - İddia edilen hak, taşınabilen (menkul) bir mal ise, davalıya onu mahkemeye getirmesi teklif edilir.  Eğer bu eşya hazır değilse da­vacı onun kıymetini bildirir.
290 - Dava edilen akar ise, onun dört hududu belirtilir ve akarı elle­rinde bulunduranların isimleri, dedelerine kadar nesepleri kaydedilir. Akarın bulunduğu mahalle ve belde bildirilir. Davacı; akarın, davalının elinde olduğunu ve kendisinden bu akarı istediğini ifade eder.
291 -  Dava, esas yönünden sahih olunca, hâkim davalıya bu davayı sorar, itiraf ederse yahut davacı, davasını ispat eden beyyine  (delil) getirirse aleyhine hüküm verilir. Davacı delil getirmeyip hasmına yemin verilmesini istediğinde yemin verilir. Yemin ederse, delil getirilmediği müddetçe dava düşer. Yemin etmekten çekinirse, çekingenliği sebebiy­le aleyhine hüküm verilir. Bir yemine göre hüküm vermek caizdir. Üç defa yemin vermek en iyisidir.
292 - Yeminden çekinmek "yemin etmiyorum" demekle, sağır ve dilsiz değilse susmakla sabit olur.
293 - Davacıya yemin verilmez (F).
294 - Davacı, "delilim şehirde hazırdır" deyip davalıdan yemin is­tese yemin verilmez (SMF). Davalıdan, kendisine karşılık üç günlük bir kefil alınır. Eğer orada yolcu olarak bulunuyorsa davacı, hâkimin mecli­si miktarınca davalının peşini bırakmaz.

295. NİKÂH


1) Nikâh,
2) Ric'î talaktan sonra rucû etmek (nikâhı devam ettirmek),
3) Karıya yaklaşmamak için yapılan yeminden dönmek (ilâdan fey),
4) Kölelik,             .
5) Cariyeyi ümmülveled kılmak,
6) Neseb,                                                     
7) Velayet,
8)  Haddi gerektiren suç davalarında, davalıya yemin verilmez (SM).
296 - Kısas davalarında, inkâr eden davalıya yemin teklifi yapılır. Yeminden çekinirse azalarında kısas uygulanır (SM). Ölümü gerekti­ren kısas davalarında ise yeminden çekinene kısas uygulanmayıp ye­min edinceye (SM) yahut suçunu ikrar (kabullenme) edinceye kadar hapis cezası veri­lir.
297 - Kadın, zifaftan önce kocasının kendisini boşadığını iddia ederse kocaya yemin verilir. Yeminden çekinirse mehrin yarı parasını ödemesine hüküm verilir.
298 - Allah’tan başka hiç bir şeye yemin edilmez. Hâkim isterse Allah'ın sıfatları ile yemini daha da kuvvetlendirir. Yeminin tekrarlan­masında ihtiyat vardır. Zaman ve mekân ile yemin kuvvetlendirilmez.
Yahudi’ye; "Musa (AS)'a Tevrat’ı indiren Allah Telalaya yemin ede­rim" şeklinde yemin verdirilir.
Hıristiyanlara; "İsa (AS)'a İncili indiren Allah Telalaya yemin ede­rim" dedirttirilir.
Mecusîlere;  "Ateşi yaratan Allaha",
Putperestlere de sadece; “Al­lah'a yemin…” ettirilir. Bu sınıflara tapındıkları mabetlerinde yemin veril­mez.
299 - Alış-verişte; "söylenen malda aramızda bir alış-verişin mevcut bulunmadığına Allah'a yemin ederim" tarzında yemin verdirilip
Nikâhta;  "O anda ikisi arasında nikahın mevcut olmadığına" yemin ettirilir. Baîn talak ile boşamada; "o saatte karısının kendisinden baîn talak ile boş bulunmadığına" yemin verdirilir. Emanet davalarda;  "Yanımda emanet olarak bulunduğunu iddia ettiği malından hiç bir şe­yin bulunmadığına ve onun bende bir hakkı olmadığına Allah Telalaya yemin ederim" şeklinde yemin teklif edilir. Eğer davalı; "O malı bana burada olmayan, falan adam emanet bıraktı. Yahut onu yanımda rehin bı­raktı veya o malı ondan gasp ettim, yahut bana ödünç verdi veya kirava verdi" der ve buna ait delil de getirirse, aldatmış olmadığı müddetçe dava düşer. Şahitler;  "onu tanımadığımız bir adam emanet bırakmıştı" der­lerse dava düşmez.

Beyyinelerin (delillerin) Tercihi  

300 - Mutlak mülk davasında hariç - (malı elinde bulundurmayın) in delili, zilyed (malı elinde bulunduran)’in delilinden daha üstün tutu­lur.
301 - Hariç bir tarih söyleyerek o tarihte mala sahip bulunduğuna delil getirse, zilyed de mülkiyetine ait daha eski tarihli bir delil getirse zilyedin delili tercih edilir.
302 - Hayvan yavrusu ve dokunuşu bir kere olan kumaş gibi, tekrarlanmayan bir sebeple kayıtlı bulunan, mülkiyet davalarında; malı elinde bulunduranın delili üstün tutulur.
303 - Her ikisi de, tarih söylemeden malı diğerinden satın almış ol­duğuna delil getirse, delilleri kabul edilmez.
304- İki kimse, köleyi mal sahibinden satın almış olduğuna….
305 - İki kişi aynı kadın ile nikâhlı olduklarını iddia edip delil getir­seler, herhangi biri lehine hüküm verilmez. Fakat nikâhlandıkları tarihleri belirtirlerse, kadın tarihi eski olanın olur.
306 - İki kişiden her biri başka bir kimsenin elinde bulunan malın kendisine ait olduğunu iddia edip delil getirseler, bu malın ikisine ait olduğuna hükmedilir.
307 - Biri, dava konusu olan malı satın aldığını, öteki, kendisine bağışlandığını veya sadaka verildiğini iddia edip, her iki durumda da malı kabz etmiş olsa, ikisi de tarih belirtmeseler satış delili, sadaka ve bağış deliline tercih edilir.
308 - Erkek, malı satın almış olduğunu, kadın da kendisini, o mal rehin olmak üzere nikâhlandığını iddia etse, her ikisi de eşit tutulur.
309 - İki hariçten, her biri malın mülkiyetinde olduğuna ait delil getirse ve tarih söylese yahut (zilyed olmayan) bir veya iki kişiden satın aldıklarına delil getirseler, tarihi eski olanın delili yeni olanınkinden üstün tutulur. Sadece birisi tarihini beyan ederse hak onun olur.
310 - İki kişi bir hayvanda hak iddia etseler; bunlardan hayvana binen veya üzerinde yükü olan daha haklı olur (F). Biri semere öteki hayvanın terkisine binmişse, biri gömleği giyinmiş, öteki ise tutunmuşsa, semere binen ve gömleği giymiş olanlar daha haklı görülürler.
311 - Kumaşı dokumuş olduğunu ve yavruyu hayvanın yavruladığını iddia edenin delili mutlak mülk iddiasında bulunanın  (yani sadece bunların kendisinin olduğunu iddia edenin) delilinden daha üstündür.
312 - İki şahit ile üç (F) ve daha çok şahidi olanların delilleri arasında bir fark yoktur.

Tehalüf / Karşılıklı Yeminleşmek  

313 -Bir alış-veriş davasında, satıcı ile alıcı fiyat veya alış-veriş ko­nusu olan malda anlaşmazlığa düşerlerse, bunlardan delil getiren üstün tutulur. Her ikisi de delil getirse mal veya paranın daha fazla olduğunu iddia edenin delili üstün olur.
314 - Eğer alıcı ve satıcıdan hiç birinin delili yoksa, satana: "Ya müş­terinin iddia ettiği malı teslim eder veya satışı fesh ederiz" denilir. Müş­teriye de "Satıcının iddia ettiği parayı teslim et, yoksa satışı fesh ederiz" denilir. Bu tekliflere razı olmazlarsa hâkim her ikisine de (diğerinin da­vası üzerine) yemin verdirir ve alış-verişi bozar. Önce satıcı yemin eder.
Satış aynî bir mübadele [42]  ise hâkim, önce istediğine yemin verdirir. Biri yemin etmekten çekinirse diğerinin iddiasını kabullenmek mecburiye­tinde kalır.
315 - Müşteri ile satıcı; müddet yahut muhayyerlik şartı veya para­nın bir kısmının ödenip ödenmediğinde anlaşmazlığa düşseler her ikisi yeminleşmez, söz inkâr edenin olur (yani sadece o yemin eder).
316 - Satılan mal helak olduktan sonra ihtilâfa düşüldüğünde yine yeminleşmezler, söz müşterinin olur. Satılan malın bir kısmı helak olduktan sonra anlaşmazlık başlarsa yine yeminleşmezler. Ancak satıcı helak olan kısma düşen paradan vazgeçerse, yine her ikisine yemin ettirilir.
317 - Menfaatten hiç bir şey alınmadan önce kira parasında veya menfaatin miktarında anlaşmazlığa düşüldüğünde her ikisi de yemin eder ve aldıklarını geri iade ederler.
318 - Menfaatin tamamı alındıktan sonra anlaşmazlık olursa her ikisine birden yemin verilmez. Söz kiralayanındır. (Yani sadece kiralayan yemin eder). Menfaatin bir kısmı alındıktan sonra anlaşmazlık olmuşsa her ikisi de yemin eder ve kalan müddet hakkında kira feshedilir. Geçen müddet hakkında da söz kiracının olur.
319 - Alışverişi karşılıklı olarak kaldırdıktan sonra (daha satıcı malını geri almadan önce) bir ihtilâf olursa her ikisi de yemin eder ve alış-veriş geri döner.
320 - Mehir konusunda anlaşmazlık olunca, karı-kocadan hangisi delil getirirse onun delili kabul edilir. Eğer her ikisi de delil getirirse ka­dının delili makbul olur. Her ikisinin de delili yoksa yeminleşirler. Han­gisi yemin etmekten çekinirse onun aleyhine hüküm verilir. Her ikisi de yemin ederse kadına emsallerine göre mehir takdir edilir. Bu mehir ka­dının iddia etmiş olduğu mehir kadar veya ondan daha çok olursa kadı­nın sözüne göre hüküm verilir. Eğer kocanın iddia etmiş olduğu mehir kadar veya ondan daha az tutarsa, kocanın iddiasına göre hüküm verilir. Emsale göre takdir edilen mehir kadının dediğinden az ve kocanın dedi­ğinden fazla çıkarsa, doğrudan doğruya emsal mehre hüküm verilir.
321 - Karı-koca, ev eşyasında anlaşmazlığa düşerlerse kadınlara elverişli olanlar kadının, erkeklere elverişli olan eşyalar da erkeğin olur. Karı - kocadan biri ölür de mirasçıları diğeri ile anlaşmazlığa düşer­lerse, her ikisine de elverişli olan eşyalar, hayatta kalan eşin olur.
322 - Efendi ile köle kitabet [43] bedelinin miktarında ihtilâf ederler­se her ikisi de yemin etmezler.

Nesep Davası 

323 - Satılan bir cariye, satıldıktan sonra, altı ay geçmeden bir ço­cuk doğurur ve onu satan, bu çocuğun kendisinden olduğunu dava eder­se, çocuğun nesebi kendisinden sabit olur. Cariye ümmü velet [44] olur. Alış-veriş bozulur ve cariye için ödenen para da geri verilir (SM). Müşterinin bu durumda, köleyi satan efendi ile olan davası kabul edilmez.
324 - Çocuk öldükten sonra, satan onun kendisinden olduğunu id­dia etse cariye, artık onun üram'ü veledi olmaz.
325 - Cariye öldükten sonra, altı aydan önce doğmuş olan çocuğun kendisinden olduğunu iddia ederse, çocuk kendisine ait olur. Cariyeyi kaça sattı ise, o parayı tamamen geri öder.
326 - Cariye, satıldıktan sonra altı ay ile iki sene arasında çocuk doğurursa, müşteri satanın; çocuğun kendisinden olduğu hakkındaki iddiasını tasdik ederse, çocuk satanın olur ve satış fesh edilir. Tasdik etmezse çocuk kendisinin olur.
Satılışından iki sene geçtikten sonra artık satıcının davası dinlen­mez. Satış fesh olmaz, çocuk azad olmaz, cariye de kendisinin ümmü-ü ve­led (efendisinden çocuk doğuran cariye) ‘i olmaz.
327 - İkiz çocuklardan birinin nesebini iddia eden için ikisinin de ondan nesebi sabit olur.

İKRAR [45]


328 - İkrar, ikrar eden  (mukır) aleyhine bir delildir.
329 - İkrar edenin akil ve baliğ olması şarttır.
330 - Lehine ikrar edilenin (mukarrun leh) yani hak sahibinin belli olması da şarttır.
331 - Belli bir şeyi ikrar etmek sahih olduğu gibi, belli olmayan bir şeyi ikrar etmek de sahihtir.  Ve belli olmayan şey açıklanır. Bir kimse "bende falan adamın bir malı var veya bir hakkı var" derse bu adamın, kıymet taşıyan bir malı ve hakkı açıklaması gerekir. Hak sahibi, ik­rarda bulunanı bu açıklamasında yalanlarsa söz, yemini ile beraber ik­rarda bulunanın olur.
332 - Bir mal ikrarında malın kıymetinin bir dirhemden daha az ol­maması gerekir. Eğer "büyük bir mal" denilmişse bu mal, söylediği ma­lın nisap miktarı olur. Zekâta tâbi olmayan malda nisap miktarının kıy­meti olur. Eğer; "Onun bende çok malları var" diye ikrarda bulunulmuşsa, üç nisap miktarını dolduran malın olduğu düşünülür. "Onun bende dirhemleri var", ikrarı ile üç dirhemden aşağısı kabul edilmez, ikrarında "çok dirhem alacağı var" derse, on dirhemden aşağı açıklaması kabul edilmez. "Şöyle bir dirhem" sözünden bir dirhem anlaşılır. "Onun bende şu kadar, şu kadar dirhemi var" ikrarı ile on bir dirhemden aşağı sözü kabul edilmez. "Onun bende şu kadar, şu kadar şu kadar dirhemi var" şeklinde üç tekrar yapılmışsa bu da en azından on bir dirhemi gösterir: "Şu kadar ve şu kadar" yani arada "ve" bağı bulunan ifadeyle yirmi birden aşağısı, kabul edilmez. Eğer bu şekilde (ve) bağı ile üç tekrar ya­pılmışsa, yirmi bire yüz ilâve edilir. Dört tekrar yapılmışsa bin ilâve edi­lir.
333 - Bütün ölçü ve tartı ile satılan mallarda da yukarıdaki gibi ha­reket edilir.
334 - İkrar eden ikrarında "Yüz ve bir dirhem demişse" bunun yüz bir dirhem olduğu anlaşılır. Tartı ve ölçü ile satılan mallar için de durum aynıdır.
İkrarda "Yüz ve bir elbise" denilirse, bu sadece bir elbise olduğunu gösterir ve "100"ün de ne olduğunun açıklanması gerekir. "Yüz ve iki" sözü de böyledir. Fakat “Yüz ve üç elbise" doğrudan doğruya, 103 elbiseyi ifade eder (F).
335 - İkrar eden, "Onun üzerimde bir alacağı var" derse borcu olduğunu anlatmış olur. Fakat böyle değil de; "yanımda beraberimde, evimde" demişse, bunlarla bir emaneti ikrar etmiş olur.
336 - Alacaklı borçluya "benim sende bin lira alacağım var" der, o da "Onu tart al”, yahut “onu boz al veya onu tehir et”,  “yahut onu sana ödedim veya ben onu sana tecil ettirdim" derse, bu sözleri ile ikrarda bulun­muş olur. Fakat yukarıdaki sözlerde zamir kullanmazsa ikrarda bulun­muş olur. Fakat yukarıdaki sözlerde zamir kullanmazsa ikrarda bulun­muş olmaz.
337 - Borçlu, tecil edilmiş bir borç ikrar eder, alacaklı da hemen ödenmesi gerektiğini iddia ederse, alacaklıya tecilli olmadığına yemin ettirilir (F).
Sünnete gelince Hz. Peygamber (S.A.V) Mâiz ile Gâmidiyye adlarında bir erkekle bir kadını; zina ettiklerini huzurunda birkaç defa ikrar etmeleri üzerine recm etmiştir. Bu asîf diye tanınan hadiste anlatılır. Sübülü's-Selâm adlı eser, bunu Ebû Hureyre (R,A)'den nakleder. (Buharî, Hudut, 30–33–46. Tirmizî Hudut, 5–8).
İkrar hakkında icma da vardır; ikrar töhmetsiz doğruluktan sadır olmuştur. İnsan yaradılış itibari ile malı çok sevdiğine göre, o malın başkasına ait olduğunu ikrarda yalancı olamaz.
Mukır: ikrar eden.
Mukarrun leh: Hak sahibi, yani kendi lehine ikrar yapılan kimse, ikrar sarih, açık sözlerle olduğu gibi, zımnî ve delâlet yolu ile de olur.
338 - Yüzük borcu olduğunu ikrar eden kimsenin, hem halkasını ve hem de taşını vermesi lâzım gelir. Kılıç borcu ikrarı içerisine kılıcın de­mir kısmı, kını ve bağı dâhil olur. Mendile bağlı bir elbise ikrarına men­dil de girer.
339 –Benim beşte beş lira borcum var" sözü ile çarpmayı irade etse bile beş lirayı ikrar etmiş olur. "Onun bende birden on liraya kadar alacağı var" yahut "bir lira ile on lira arasında alacağı var" ikrarına göre dokuz lira vermek gerekir (S.M.F).
340 - Anne karnındaki çocuk ile ikrarda bulunmak caizdir ve mül­kü olmaya elverişli (F) bir sebep söyleyince anne karnındaki çocuk için ikrarda bulunmak da caiz olur.

İkrarda İstisna Yapmak / Hariç Tutmak  


341 - İkrar edilen bir hakkın tamamından, hemen bu ikrara bitişik olmak şartı ile bir kısmını istisna etmek sahihtir. Geriye kalan kısmı ödemek gerekir. İkrar edilen miktarın tümünü istisna etmek batıldır, (yani ikrar ettiği şeyin tümünü vermesi gerekir).
342 - Bir kimse ikrarına "İnşallah" diye başlarsa, bununla bir hakkı ikrar etmiş olmaz. Melekler ve cinler gibi ne diledikleri belli olmayan varlıkların dileklerine bağlı ikrarda bulunmak da yine böyledir.
343 - Bir kimse, bir dinarı veya bir ölçek buğdayı müstesna olmak üzere, yüz dirhem borcu olduğunu ikrar etse, yüz dirhem, bir- dinar (MZ) veya bir ölçek buğdayın kıymetleri çıkartılarak ödenir. Bütün ölçülen ve tartılan (M) ve sayı (Z) ile satılan mallarda da istisna edilenler ikrar edi­len borçtan kıymetlerine göre hariç tutulurlar.
Bir elbisenin, koyunun veya bir konağın istisna edilmesi (ikrar edilen paradan hariç tutulması) ise sahih değildir.
344 - Bir kimse malı Zeyd'den gasp ettiğini söyleyip arkasından "hayır bilakis Amr'den" derse, bu mal Zeyd'in olur ve ayrıca o malın kıy­metini Amr'e tazmin eder (F).
345 - Eğer bir kimse iki şeyi ikrar edip, sonra onlardan birini ve öte­kinin de bir kısmını istisna etse  (hariç tutsa) bu ikrar bâtıl olur (SM). Onlardan birinin bir kısmını yahut her ikisinin bir kısmını hariç tutmak ise sahihtir ve hariç tutulan şey kendi cinsine sarf olunur.

346 Bir konaktan binasının istisna edilmesi bâtıldır. "Konağın binası benim, arsası ise falan adamındır" sözü ile bina kendisinin ve ar­sası da ikrar ettiği adamın olur.
347 - Bir kimse "satın alıp teslim almadığım kölenin parasından bin lira borcum var" der ve köleyi de tayin etmezse bin lira vermesi gerekir (SM). Eğer köleyi tayin eder ve sahibi de onu kendisine teslim ederse bin lirayı vermesi borç olur, aksi halde olmaz.
348 - Domuz veya içki parasından borcu olduğunu söyleyene bu borç lâzım gelir.
349 - Eğer bir kimse "satın aldığım eşyanın parasından veya bana verdiği borçtan dolayı falana borcum var" der, sonra da "O kalp veya dü­şük bakır para idi" der, hak sahibi de; "O yeni, geçerli paradır" diye iddia­da bulunursa geçerli para olduğuna karar verilir.  Fakat, "O parayı ondan gasp etmiştim" veya "Yanımda emanet bırakmıştı" derse, paranın kalp veya düşük bakır para olduğu hususundaki iddiası kabul edilir. Fakat kurşunî para veya gümüş karışımı adi bir para olduğu iddiası bunların ikrarından hemen sonra yapılmışsa kabul edilir. Aksi halde sonradan yapılan iddia kabul edilmez.

Sıhhatli İken ve Ölüm

Hastalığında İkrar Edilen Borçlar 

350 - Bir kimsenin, sıhhatli iken edindiği borçları ve hasta iken bili­nen bir sebepten (bir şeyi satın almak, borç almak, başkasının malını te­lef etmek v.s.'den) ileri gelen borçları, ölüm hastalığında iken ikrar et­miş olduğu borçlarından (ödemedeki sıra yönünden) öne alınır. Ölüm hastalığında iken ikrar edilen borçlar da mirastan önce alınır.
351 - Hastanın mirasçılardan birine bir borç veya bir mal ikrar et­mesi hükümsüzdür. Ancak diğer mirasçılar bunu kabul ederlerse bu ik­rar geçerli olur.
352 - Bir kimse, hastalığında ailesini üç talak ile boşar ve sonra onun için bir ikrarda bulunup ölürse, kadın mirasın ve ikrar edilen hak­kın hangisi daha az ise onu alır.
353 - Hasta, mirasçı olmayan bir yabancı için ikrarda bulunur ve sonra onun kendisinin oğlu olduğunu söylerse ikrarı hükümsüz kalır. Fakat bir kadın için böyle bir ikrarda bulunup sonra onunla evlenirse, bu ikrarı geçerli olur.
354 - Bir erkeğin "Bu benim çocuğumdur, ana ve babamdır, ailemdir, kölemdir", tarzındaki ikrarını bu kimseler tasdik ederlerse sahih olur. Kadının da ikrarı erkeğin ikrarı gibi sahih olur. Ancak bir çocuğun, kendisinin olduğunu ikrar etmesi kocasının tasdikine veya ebenin tanıklığına bağlıdır.
Babası ölen kimse, birisinin kardeşi olduğunu ikrar etse, bu kimse mirasta kendisine ortak olur. Fakat nesebi babasından sabit olmaz.

ŞAHİTLİK  

 

355 - Hâdiseye şahit olmasından dolayı şahit tayin edilenin istenil­diği zaman bundan çekinmeğe hakkı yoktur. Şahitlik vazifesini üzerine aldıktan sonra, kendisinden şahitlik yapması istenildiği zaman hak; başkası ile ispat edilemeyecekse, şahitlik yapması farz olur.
356 - Had cezasını gerektiren suçlarda şahit, şahitliğini gizlemek­le açıklamak arasında muhayyerdir. Şahitliğini gizlemesi ise daha iyi­dir. Hırsızlığa şahit olunca (malı çalmanın-hakkını korumak için) "Bu malı aldı" der. "Çaldı" demez.
357 – [46]Şahitliğin Nisabı     

1) Zina suçu için, dört erkeğin şahitlik yapması lâzımdır.
2) Zinadan başka had ve kısas cezalarını gerekli kılan suçlar için, iki erkek şahit gerekir.
3) Yukarıdaki iki maddeden başka hukuk davalarında, iki erkek ya­hut iki erkekle bir kadının (P) şahitlikleri kabul olunur.????
4) Doğum, bakirelik ve kadınlığa ait kusurlar gibi erkeklerin bilemeyeceği hususlarda, tek bir kadının şahitliği kabul edilir. Çocuğun ce­naze namazının kılınması için, doğarken sesinin çıktığına ait kadınların yapmış olduğu şahitlik makbuldür. Fakat bu şahitlik miras için geçerli değildir (SM).

358 - Şahitlerde Bulunması Gereken Özellikler 
1) Âdil olmak,
2) Şahidin "Şahadet ederim" sözünü kullanması şarttır,
3) Hür olmak,
4) Müslüman olmak.
359 - Kısas ve had cezaları ile ilgili davalardan başka davalarda, Müslüman şahitlerin âdil oldukları düşünülür (S.M.F.). Hasmı, şahitle­rin durumuna ta'n  (ayıplamak, kınamak, kötülemek, suçlamak)  ederse, o zaman bunların tezkiyesi (âdil olup ol­madıklarının araştırılması ” yapılır.
Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre; bütün hukuk davalarında hasım olan taraf; ta'n etse de etmese de gizli ve açık olarak şahitler tezki­ye edilirler ki, fetva da buna göre verilmiştir.
360 - Hâkimin sadece gizli tezkiye ile yetinmesi caizdir. Tezkiyeyi yapan şahsın "O âdildir (F), şahitlik yapması caizdir" demesi gerekir.
361 – Şahitleri, davalının tezkiye etmesi kabul değildir (SM). Bir ki­şinin tezkiye etmesi yeterli olur (F).

Hukuk ve Akitlerde Şahitlik

 

362 - Bir kimsenin şahit gösterilmeden; akitlere ve hukuka dair bütün duyduklarına ve gördüklerine şahitlik yapması caizdir. Şahitlik üzerine şahitlik yapmak ise böyle değildir. Çünkü şahit tutulmadan başkasının yaptığı şahitliğe şahitlik etmek caiz olmaz.
363 - Tam bir açıklıkla görmeden, bir şey hakkında şahitlik yap­mak caiz değildir. Ancak nesep, ölüm, bir kimsenin ailesi ile münasebe­ti, nikâh, hâkimin velayeti ve vakfın aslı gibi davalarda (güvenilir kim­seden duyarak şahitlik etmek) caiz olur.
364 - Köle ve cariyeden başka şeylerde mutlak mülk davasına şa­hitlik yapmak da caizdir.
365 - Şahit olan, bir hâdiseye dair kendi yazısını gördüğü zaman o hâdiseyi hatırlamadıkça şahitlik edemez.
366 - Yalancı şahitler halka teşhir edilirler, fakat cezalandırılmaz­lar(SM) [47]
367 - Şahitliğin davaya uygunluğu şarttır.
368 –
1) Her iki şahidin sözde ve manada bir olmalarına itibar edilir (SM). Meselâ, şahitlerden biri, borcun bin lira diğeri de iki bin lira oldu­ğuna şahitlik yaparsa bu şahitlik kabul edilmez (SM).
2) Her iki şahit de bir kimsenin bir inek çalmış olduğuna şahitlik yapsalar fakat renginde ihtilâf etseler, hırsızlık sabit olup el kesme ceza­sı verilir. Fakat erkeklik ve dişiliğinde anlaşamazlarsa suç sabit görülmeyip el kesilmez.
3) Şahitlerden ikisi; Zeyd'in, kurban bayramında Mekke'de öldürül­düğüne, diğer ikisi de Kûfe'de öldürüldüğüne şahitlik yapsalar, hepsi­nin şahitlikleri ret edilir. Şahitlerden ikisi diğer ikisinden daha önce ge­lip şahitlik yapsalar ve hüküm bunlara göre verilse sonraki şahitlik hü­kümsüz kalır.

369 - Şahitlikleri Kabul Edilmeyenler 


1) Âmânın şahitliği kabul edilmez [48].
2) Bir kimseye zina suçunu iftira etmiş olmasından dolayı had ceza­sına çarptırılmış olanın şahitliği (SZ), kabul edilmez.  Bunlar tövbe etseler de şa­hitlikleri kabul edilmez. Fakat Müslüman olmadan önce böyle bir ceza­ya çarptırılan, sonradan Müslüman olursa şahitliği kabul edilir.
3) Ana-babanın, çocukları ve aşağıya doğru torunları lehine; çocuk­ların da, ana-babaları ve yukarıya doğru dede ve nineleri lehine şahitlik yapmaları kabul edilmez. Bir kimse, kölesine ve mükâteb kölesine de şahitlik yapamaz.
4) Karı ve kocadan (F) biri diğeri için şahitlik yapamaz.
5) Ortaklardan biri, ortaklıkları ile ilgili bir iş davasında diğer orta­ğı lehine şahitlik yapamaz.




6) Bir kimsenin özel işçisinin (Ecîri has) , kendine şahitliği,
7) Kendilerini kadınlara benzeterek adî işleri yapanların şahitliği,
8) Ölü arkasından bağırıp çağırarak ağlayan, kadınların ve insanla­ra şarkı söyleyenlerin şahitliği,
9) Eğlenmek için devamlı şarap içenlerin şahitliği,
10) Kuşlarla oynayıp eğlenenlerin şahitliği,
11) Had cezasını gerektiren büyük günahlardan birini işleyenin şa­hitliği,
12) Faiz yiyenlerin şahitliği,
13) Satrançla kumar oynayanların şahitliği,
14) Hamama peştamalsız çıplak girenlerin şahitliği,
15) Sokakta giderken bir şey yemek ve yol üzerinde küçük abdest yapmak gibi hafif işler yapanların şahitliği,
16) Selefe (Sahabe-i kiram, tabiîn, müctehidler v.s. büyüklere) sövenlerin şahitliği  kabul değildir.
17) Dünya menfaatleri yüzünden aralarına düşmanlık girenlerin birbirlerine şahitliği kabul edilmez. Aralarındaki husumet, dinî sebep­ler yüzünden ise şahitlikleri kabul edilir.
18) Zimmet ehlinin birbirlerine şahitlik yapması (dinleri değişik ol­sa da) kabul edilir. Fakat müste'men (yabancı uyruklu olup Müslümanlardan emniyet kâğıdı alan) in zimmîye şahitlik yapması kabul edilmez. Zimmînin ise ona şahitlik yapması kabul edilir (F).
19) Sünnetsiz, buruk ve zinadan doğan çocuğun ve hünsa’nın (hem erkek ve hem de kadın uzvu olan veya cinsiyeti belli olmayanın) şa­hitlikleri kabul olunur.
370 - Şahitlik hususunda muteber olan, şahidin şahitlik yaptığı zamandaki durumudur. Yoksa olayı gördüğü veya işittiği zamandaki durumu de­ğildir.
371 - Bir insanın iyilikleri kötülüklerinden çok olursa, onun şahitli­ği kabul edilir.

 

Şahitlik Üzerine Şahitlik Etmek     

 

372 - Şüphe ile düşmeyen (F) bütün davalarda şahitlik üzerine şa­hitlik yapmak caizdir.
373 - Bir sabide bir kişinin şahit olması caiz değildir. İki kişinin iki şahide şahit olması ise caizdir.
374 - Şahitlik üzerine şahitlik şöyle olur:
Asıl şahit, 2. derecede şahit tutacağı kimseye "Falanın benim ya­nımda şunu ikrar ettiğine benim şahit olduğuma şahit ol" der.
2. derecedeki şahit hâkim huzurunda şahitlik yaparken: "Ben fala­nın, kendi yanında falan kimsenin şunu ikrarına şahit olduğuna beni şahit tuttuğuna ve bana "şuna şahitliğime şahit ol" dediğine şahitlik ederim" der.
375 - İkinci derecedeki şahitlerin şahitliği, asıl şahitler özürleri yüzünden mahkemeye gelemedikleri zaman kabul edilir.
376 - İkinci derecedeki şahitler asıl şahitleri tezkiye edebilirler. Onlar hakkında bu konuda bir şey söylememeleri de caiz olur.
377 - Asıl şahitler, kendi şahadetlerini inkâr ederlerse, ikinci dere­cedeki şahitlerin şahitliği kabul edilmez.
378 - Bir kimseyi tanıtmak için, dedesini veya soyunu, kabilesini söylemek gerekir. Bir kimseyi bir şehre ve büyük bir mahalleye nispet etmek umumîlik ifade eder. Küçük sokağa nispet etmek ise özellik ifade eder.


Şahitlikten Dönmek        

379 - Şahitlikten dönmek ancak hâkim önünde olursa sahih olur. Hüküm verilmeden önce şahitler, şahitliklerinden dönerlerse şahitlik yapmamış gibi olurlar. Hâkim hüküm verdikten sonra dönerlerse, veri­len hüküm artık bozulmaz, şahitlikleri yüzünden verdikleri zararı öder­ler.
380 - İki şahit, bir mal için şahitlik yaparlar ve hâkim de bu mal hakkında hüküm verip davacı bu malı aldıktan sonra şahitler sözlerin­den dönerlerse aleyhine şahitlik yaptıkları kimseye o malı öderler. Eğer şahitlerden biri dönerse yarısını tazmin eder.
381 –
1) Şahitlikten dönmek konusunda; dönen şahide değil dönmeyen şahide itibar edilir.
2) Eğer şahitler üç kişi olur da bunlardan yalnız biri dönerse, döne­nin bir şey ödemesi gerekmez. Şahitlerden biri daha dönerse dönen bu iki şahit, malın yarısını öderler.
3) Eğer bir erkek ile iki kadın şahitlik yapar da, kadınlardan biri dö­nerse onun üzerine malın dörtte birini ödemek düşer. Kadınların ikisi de dönerse bu iki kadın malın yarısını öderler.
4) Eğer bir erkekle on kadın şahitlik yapar da sonra hepsi şahitlik­lerinden dönerlerse erkek 1/6'ini, kadınlar da geriye kalan 5/6'ini öder (SM).
5) Bir mal için, iki erkek ve bir kadın şahitlik yapar ve sonra hepsi dönerse; sadece erkekler tazmin eder, kadın bir şey ödemez.
382 - Bir nikâhın, emsal mehirden daha az bir paraya kıyıldığına şahitlik yapanlar, sonra bundan dönerlerse bir şey ödemeleri gerekmez. Fakat emsal mehirden daha çok parayla kıyıldığına şahitlik yapıp dö­nerlerse fazla olan miktarı kocaya öderler.
383 - Zifafa girmeden önce bir kimsenin karısını boşadığına şahit­lik yapıp, sonra bu şahadetten dönenler mehrin yarısını (F) öderler. Fa­kat zifaftan sonra yapılan boşamaya şahitlik yapıp dönenler bir şey öde­mezler (F).
384 - Kısası gerektiren bir suça şahitlik yapanlar (hüküm verilip kısas tatbik edildikten sonra) bundan dönerlerse, ölenin diyetini öder­ler. Asıl şahitlere şahitlik edenler dönerlerse bu sefer diyeti bunlar öder­ler. Asıl şahitler şahitliklerinden dönerler de "Biz şahitliğimize 2. dere­cede şahit tutmadık" derlerse artık 2. derecedeki şahitler bir şey tazmin etmezler.
385 -  İhsan' [49]a şahitlik yapıp sonra dönenlere tazmin gerekmez.
386 - Bir kimsenin yemin ettiğine şahitlik edenlerle şart ettiğine (ailesini boşamak ve kölesini azad etmek gibi hususlarda) şahitlik eden­ler şahitliklerinden dönerlerse tazmin, yemine şahitlikten dönenlere düşer.
387 - Şahitleri tezkiye edenler (müzekkîler) tezkiyelerinden dö­nerlerse sebep oldukları zararı öderler.

VEKALET [50]   
388 - Vekâletin sahih olabilmesi için müvekkil (kendi yerine ve­kil tayin eden)’in tasarruf etmeye malik olması ve tasarruflarından do­ğan hükümlerin kendisine lâzım gelmesi gerekir.
389 - Vekilin de salahiyetli kılındığı işe aklı ermesi ve o işi benim­semesi şarttır.
390 - Müvekkilin bizzat kendi başına yaptığı akitlerde bir başkası­nı vekil tayin etmesi caizdir.
391 - Her çeşit hukuk davalarının ve haklarının alınması, verilme­si için vekil tayin etmek caizdir. Ancak had (S) ve kısas cezasını gerekti­ren davalarda vekil tayin etmek caiz olmaz. Çünkü müvekkil olmadan had ve kısas cezalarına ait hakkın istenmesi caiz olmaz[51].  
392 - Müvekkilin, hasta veya yolcu olması müstesna, hasmın rızası olmadan bir davaya vekil tayin etmek caiz değildir.
393 – Vekil;  alış-veriş, kira ve yapılan ikrardan sulh olmak gibi yap­tığı akitleri kendisine izafe ederse bu işlerden doğan bütün haklar ken­disine taalluk eder; satılan malı teslim etmek, para almak, bir kusurdan dolayı malı geri vermek ve diğer işler gibi. Ancak hacr altına alınmış olan çocuk ve köle böyle değildir. Bunların yaptığı akitler caiz olur ve bu akitlerle ilgili haklar müvekkillerine taalluk eder.
394 - Vekil satın aldığı malı müvekkiline teslim ederse, müvekki­lin izni olmadan maldaki kusur yüzünden onu geriye iade edemez.
395 – Müşteri, satın aldığı malın bedelini müvekkile vermemek hakkına sahiptir. Fakat müvekkile ödemesi de caiz olur.
396 - Vekilin, müvekkili adına yaptığı her akitten doğan haklar müvekkile ait olur. Nikâh, mal karşılığında boşanmak, kasden adam öl­dürme cezasından sulh olmak, mal karşılığında köleyi azad etmek, kita­bet, inkâr edilen bir haktan sulh olmak, hibe, sadaka, ödünç vermek, emanet bırakmak, rehin, borç vermek, şirket kurmak, mudarabe ortak­lığı kurmak gibi.

 

Satmaya ve Satın Almaya Vekâlet

397 - Bir malı satın almaya vekil tayin eden kimsenin; o malın vas­fını, cinsini veya ödenecek bedelin miktarını söylemesi gerekir. Ancak vekile "uygun gördüğünü al" denilirse, bir açıklamada bulunmak gerekmez.
398 - Belirli bir malı satın almaya vekil edilen kimsenin, o malı ken­disine almaya hakkı yoktur.
399 - (Para cinsi belirtilmeden) bir malı satın almaya vekil olan kimse onu dinar ve dirhem paradan başka para ile alırsa veyahut da mü­vekkil tarafından cinsi bildirilen paradan başka çeşit para ile satın alır­sa yahut vekil kendi yerine başka bir vekil tayin ederse alış-veriş kendi adına yapılmış olur.
400 – Eğer, satın alınacak mal belirtilmemişse, vekil bunu kendi adı­na satın almış olur. Ancak parasını müvekkilin malından öderse veya müvekkil için satın almaya niyet etmişse, mal müvekkil için satın alın­mış olur.
401 -Sarf ve selem akitlerinde vekilin ayrılmasına itibar edilir, müvekkilin ayrılmasına itibar edilmez.
402 - Bir kimse diğerine yiyecek alması için para verirse bu buğday ve ununu almaya vekâlet sayılır. Bir görüşe göre de, para çoksa; buğday almaya, az ise; ekmek almaya, orta ise; un almaya vekil kılınmış olur.
403 - Vekil, aldığı malın bedelini kendi parası ile öderse müvekkil­den parasını alıncaya kadar malı yanında alıkoymak hakkına sahip olur. Mal hapsedildikten sonra zayi olursa, parasını vekilin vermesi gerekir. (SZ).
404 - Bir dirheme on kilo et almaya vekil tayin edilen kimse, bir dir­heme on kilo satın alınan etten 20 kilo alırsa müvekkilin yarım dirhem karşılığında on kilo et alması gerekir.
405 - Bir malı (fiyatı tespit edilmeden) satmaya vekil olan kimse, o malı noksan fiyata (SM), va'de ile (SM) ve yine bir mal karşılığında (SM) satabilir. Veresiye sattığı malın bedeli karşılığında rehin (SM) ve kefil de alabilir.
406 - Müvekkilin, malın parasını müşteriden almaya hakkı yok­tur.
407 - Bir mal satın almaya vekil edilen kimse, o malı ancak emsal­lerinin kıymeti ve herkesin aldanabileceği bir fazlalıkla (yani az bir al­danma ile) satın alabilir. Bu az aldanma; ticaret malları için, 10 dirhem­de yarım dirhem, hayvanlarda bir dirhem, akarlarda ise, iki dirhem faz­lasına almaktır.
408 - Bir köleyi satmaya vekil tayin edilen, o kölenin yarısını (SM) satarsa caiz olur (Z). Satın alma işinde ise müvekkilin iznine bağlı olur. Fakat husumetten önce diğer yarısını da satın alırsa caiz olur.
409 - Vekil, lehlerine şahitlik yapamayacağı (babası, anası gibi) kimselerle alış-veriş akdinde bulunamaz. Ancak malı, onlara kıymetin­den daha çok para karşılığında satarsa o zaman caiz olur.
410 - Bir iş için tayin edilen iki vekilden biri, diğeri olmadan (S) bor­cu ödemek, emaneti geri vermek, karşılıksız köle azad etmek, boşama ve husumet (Z) davasına bakmak hariç, tek başına hareket edemez.
411 - Vekil, müvekkilin izni olmadan yahut, "görüşünle hareket et" demeden başkasını vekil tayin edemez. Müvekkilin emri olmadan bir başkasını vekil tayin eder de, bu ikinci vekil birincinin huzurunda bir akit yaparsa geçerli olur.
412 -Müvekkil vekilini azletmek hakkına sahiptir. Vekilin, azle-dildiğini öğreninceye kadar yaptığı tasarrufları geçerli olur.
413 - Vekil ve müvekkilden birinin ölümü, devamlı delirmesi ve dinden dönmüş olarak düşman yurduna katılması ile vekâlet ortadan kalkar.
414 - Mükâteb köle borcunu ödemekten aciz kalırsa, alış-verişe mezun olan tasarruftan men edilirse yahut ortaklar ortaklığı kaldırırlarsa vekilin haberi olmasa dahi vekâlet kalkar.
415 - Müvekkil vekil tayin ettiği bir işte tasarrufta bulunursa vekâlet kalkar.
416 - Bir borcu almaya vekil olan, o konuda dava açmaya da vekildir (SM).                             
417 - Dava açmaya vekil olan, İmam Züfer'in hilâfına olarak dava­lıdan malı kabz etmeğe de vekildir. Fetva ise; İmam Züfer'in görüşüne göre verilmiştir.
418 - Bir husumet davasında, vekilin hâkim huzurunda müvekkili aleyhine ikrarda bulunması geçerli olur. Hâkim huzurunda olmazsa ge­çerli olmaz (SF).
419 - Bir kimse gaip olan birisinin alacağını tahsil etmeğe vekili ol­duğunu iddia edip, borçlu da tasdik etse borcunu ona vermesi (F) için em­redilir. Alacaklı gelir de vekilin, vekilliğini kabul ederse hal böyledir. Ka­bul etmezse, ikinci defa ona ödemede bulunur ve vekile verdiğini eğer elinde mevcut ise ondan geri alır. Zayi olmuşsa artık onu geri alamaz. Ancak vekili tasdik etmediği halde borcunu ona vermişse bu durumda yine verdiğinin bedelini vekilden alır.
420 - Bir kimse, emanet bırakılan malı almaya sahibi tarafından vekil edildiğini iddia etse, kendisine emanet edilen tasdik etse bile yine emaneti ona vermekle emr olunmaz. Eğer emanet bırakanın öldüğünü ve kendisine o malı miras bıraktığını söyler de o da tasdik ederse, emane­ti ona vermesi için emredilir. Fakat emanet bırakandan, o malı satın al­dığını iddia eder ve emanetçi de tasdik ederse yine malı ona vermez.

 

421Kefalet:  Bir şeyin istenmesi hususunda kefilin zimmetini asîlin (borçlu) zimmetine katmaktır.
422 - Ancak bağışlamak hakkına sahip olan kimseler kefil olabilir.
423 - Kefalet iki kısımdır ve bunlara kefil olmak caizdir:
1) Nefse kefalet,
2) Mala kefalet.
Nefse kefalet akdi: Kefil olacak kimsenin "onun kendisine veya onun boynuna kefil oldum" sözleri ile meydana geldiği gibi, bedenin ta­mamını ifade eden her hangi bir uzva ve beşte bir (1/5), onda bir (1/10) gibi orantılı bir cüzüne kefil olmakla da meydana gelir.
Mala kefalet akdi: "Onu tazmin ederim, şu borç benim üzerimdedir, ödemek bana aittir, ben borca kefilim, ben onun borcunu ödemeyi kabul ettim", gibi sözlerle meydana gelir.
424 - Nefse kefil olanın, o kimseyi muhakeme edilebileceği yerde hazır bulundurması ve teslim etmesi gerekir. Bunu yaptığı zaman kefilliği sona erer. Eğer başka bir şehirde teslim etmiş olsa yine kefaletten uzak olur.
Eğer belli bir zamanda teslimi şart koşulmuşsa, kendisinden isten­diğinde, o zaman içinde orada hazır bulundurması lâzım gelir. Hazır bulundurmazsa, hâkim kendisini haps eder. Zaman geçip kefili bulunduğu kimseyi de hazır bulunduramamışsa hâkim yine haps eder.
425 - Hâkim, kefili haps ettikten sonra, asîli hazır bulundurmaktan âciz bulunduğunu anlarsa serbest bırakır.
426 - Kefil, asilin yerini bilmiyorsa onu getirmesi kendisinden iste­nemez.
427 - Kefalet, kefilin ve hazır bulundurulması istenen kimsenin ölümü ile ortadan kalkar. Fakat alacaklının ölümü ile kefalet kalkmaz.
428 - Kefil, tayin edilen aydan önce, istenen kimse veya şeyi teslim ederse kefaletten beri olur.
429 - Kefil, alacaklıya "eğer onu sana teslim etmezsem onun üze­rinde olan bin lira borç benim üzerimdedir" der ve onu da teslim edemez­se bin lira borcu yüklenmiş olduğu gibi ayrıca kefalet de devam eder.
430 - Sahih bir borç olunca mala kefil olmak caizdir. Şu kadar var ki, kitabet  (kölenin efendisinden hürriyetini para karşılığında satın alması), kölenin kazanç sahasına atılması, emanet, had cezaları ve kı­sas bedellerine, kefil olmak sahih değildir.
431 – Kefalet, sahih olunca alacaklı alacağını dilerse kefilden diler­se de asıl (esas borçlu)’dan ister. Nasıl ki havalede alacağı muhil (borçlu)’den de istemek şartı koşulunca bu, kefalet oluyorsa, burada da eğer asilden istememek şartı koşulursa bu kefalet, havale olur.
432 – Kefalet, asilin emri ile caiz olduğu gibi emri olmaksızın da caiz olur. Şu kadar var ki emri ile kefil olmuşsa ödediğini asilden ister. Asilin isteği olmadan kendiliğinden kefil olmuşsa ödediğini dönüp asilden alır.
433 - Borç kefilden istenir ve sıkıştırılırsa, kefil de borçludan ister ve ödemesi için onu sıkıştırır.
434 - Borçlu borcunu öderse veya alacaklı onu borçtan ibra ederse kefil kurtulur.
435 - Kefilin kefaletten kurtulması, borçlunun borçtan kurtulma­sını gerektirmez.
436  - Borç asilden tehir edilince kefilden de tehir olur. Fakat kefilden tehir edilince esas borçludan tehir edilmiş olmaz.
437 - Alacaklı (alacağını almış olmasından dolayı) kefile: "Sen bu maldan bana karşı beri oldun" derse, kefil, ödediği borcu almak için asıla döner. Fakat "seni beri kıldım" derse esas borçluya dönemez.
438 - Kefaletten kurtulmayı bir şarta bağlamak sahih olmaz.
439 - Bizzat kendileri ile ödenmesi gereken mallara kefil olmak sahihtir. Sevm-i şirâ  (bir malın fiyatını koyup satılığa arz etme) yolu ile satılıp kabz edilmiş mallara, gasp edilen mallara ve fasid olarak satılan mallara kefil olmak gibi.
Kendilerinden başkaları ile ödenmesi lâzım gelen malların bizzat kendilerine kefil olmak sahih değildir. Satılıp daha henüz teslim edilmeyen mallara ve rehin verilen mallara kefil olmak gibi.
440 - Kefalet ancak söz konusu olan mecliste (S) alacaklının (F) kabullenmesi ile sahih olur. Ancak istisna olarak hasta kimse vârisine "be­nim borçlarıma kefil ol" der ve o da buna kefil olursa, alacaklı orada bulunmasa da kefalet yine sahih olur. Eğer hasta, vâris olmayan bir kimse­ye bunu söylerse, onun kabul etmesi ile kefalet sahih olur mu, olmaz mı diye hukukçular ihtilâf etmişlerdir.
441 - İflâs etmiş (F) bir ölüye kefil olmak sahih olmaz.
442 - Bir hakkın tahakkuk etmesi şartı gibi kefaleti, kefalete elve­rişli bir şarta bağlamak caiz olur: "Falana satacağın malın parasına kefilim" yahut "falanda sabit olacak olan alacağın benim üzerimdedir" veya "falanın senden gasp edeceği şeyi ben ödeyeceğim", ifadeleri ile olan kefaletler gibi.
443 - Kefaleti, (satılan malın bir sahibi çıkıp) alma imkânı şartına bağlamak da caizdir. “Hak sahibi olarak falan kimse ortaya çıkarsa pa­rasını öderim" sözü ile kefil olmak gibi.
444 - Kefaleti, hakkı ele geçirmenin gecikmesi ve güçleşmesi şartı­na bağlamak da caiz olur. "Eğer o adam ortadan kaybolursa, borcunu ben öderim" sözü ile yapılan kefalet gibi.
445  - Kefaleti mücerret bir şarta bağlamak caiz olmaz. "Eğer rüzgâr eserse veya yağmur yağarsa ben kefilim" gibi. "Yağmurun yağa­cağı zamana veya rüzgârın esmesi zamanına kadar kefilim", diye bir müddet konulursa (kefalet sahih olmakla beraber) müddet sahih olmaz ve borcu hemen ödemek gerekir.
446 - Bir kimse:  "Senin onda olan alacağına ben kefilim", der ve ala­caklı fazla alacağı olduğuna şahit getirirse, kefilin ödemesi gerekir. Şa­hidi yoksa söz kefilin olur ve asıl borçlunun aleyhine olan ikrarı dinlen­mez.
447 - Muayyen bir hayvan ile yük taşıma işine kefil olmak sahih ol­maz. Fakat muayyen bir hayvan olmayıp herhangi bir hayvanla olursa sahih olur.
448 - İki kişi üzerinde ortak borç olup bunlar birbirlerinin kefili ol­salar bunlardan biri tüm borcun yarısından fazlasını ödemedikçe diğe­rinden ödediği parayı isteyemez. Yarısından fazla ödeyince o fazla mik­tarı arkadaşından alır.
449 - İki kişi, bir kimsenin borcuna kefil olsalar, bunların her biri diğerinin kefili olur. Biri borçtan ne kadar ödemişse, onun yarısını diğer kefilden alır.
450 - Bir kimsenin diğerinin haraç vergisine, felaketten hissesine düşeni tazmine ve haklı bir sebebe dayanan felaketlerin doğurduğu ihti­yaçları karşılamasına kefil olması caizdir: Suyollarının ıslahı, bekçi üc­reti, ordunun teçhizi ve esir alınanların fidyesi gibi. Haklı bir sebebe dayanmadan yükletilen külfetlere gelince, fıkıhçılar; bunun için kefil ol­mak da zamanımızda sahih olur derler.


DİPNOTLAR
KELİMELER
VE AÇIKLAMALAR


[34]. Hacr: Lügatte mani olmak demektir. Harama da hacr denilir; çünkü onda tasarruf etmek yasaklanmıştır.

İslâm hukukunda hacr: Muayyen bir kimseyi sözle olan tasarruflarından men etmektir.
Hacr altına alınan yani sözle olan tasarruflarından men edilen kimseye mahcur denilir.
[35]Bulûğa ermeyen çocuk iki kısımdır:
1- Mümeyyiz olmayan: Alış-verişin ne ol­duğunu bilmeyen, kâr ve zararı ayırt edemeyen çocuktur.
2- Mümeyyiz olan: Alış-verişi, kar ve zararı bilen çocuktur.
 [36]Sefih: Malını boş yere sarf eden ve masraflarında israf ve Tebzire: (uygun olmayan yerlere harcamak) giderek malını telef ve zayi eden kimsedir. (Bak. Mecelle, mad. 946)
Reşit: Malını korumak hususunda itina göstererek sefahatten ve israftan kaçan kimsedir.
[37]. İmam Ebû Yusuf ve imam Muhammed'e göre: Reşît oluncaya kadar malları kendisine teslim edilmez. Mecellede de bu görüşe yer verilmiştir
[38]. İzin: Lügatte, bildirmek anlamındadır. Namaz vaktini bildirdiği için "ezan" kelimesi de buradan gelmektedir. Hukukî ıstılah olarak izin, "hacri kaldırmak ve hukuk bakımından tasarruftan men edilmiş olan kimseye bu hakkını vermek" demektir.
İzin sebebiyle tüccar, mezun ile muamelede, akitlerde bulunabileceğini öğrenir, izin ile çocuk ve köle tasarruflarda bulunmak, mal kazanmak ve kâr sağlamak yollarını elde eder. Allah Teâlâ: “Yetimleri nikâh (çağına) erdik­leri zamana kadar (gözetip) deneyin. O vakit kendilerinde bir akıl ve salah gördünüz mü mallarını onlara teslim edin..." (Nisa, a: 6) ayeti ile izin vermeğe davette bulunuyor.

Mezun: Kendisine izin verilen, hacri kaldırılan kimsedir.

[39].  Bu ona hizmet ettirmektir, ticaret değildir. Çünkü ticarette kâr istenir.

 [40]. İkrah: Yaradılış itibarı ile ve dinî ve hukukî bakımdan insanın çekindi­ği şeye karşı zorlanması demektir. Mecelle, ikrahı şöyle tarif eder: "Bir kimseyi korkutarak rızası olmaksızın bir iş işlemek üzere haksız yere icbar etmektir."

Mükrih: Mücbir; zorlayan.
İkrah iki kısımdır:
1- İkrâh-ı Mülcî: insan öldürmek veya bir a'zayı kesmek, yahut bu ikisinden birine sebep olan şiddetli dövmek ile yapılan ikrâh"tır.
2- îkrâh-ı Gayr-ı Mülcî:   "Yalnız keder ve elemi gerektirir. Dövmek ve haps etmek gibi şeylerle olan ikrâh"tır. (Bak. Mecelle Mad. 949).

 [41]. Dâva: Duâ kelimesinden gelir ki, istek demektir.

Istılah da dâva: "Bir sözdür ki, insan onunla başkası üzerinde olup inkâr edilen hakkını ispat etmek ister."
Beyyine: (delil) Beyan kelimesinden türemiştir. Beyan: Açmak, açıklamak ve izhar etmek dernektir.
Hukuk dilinde beyan: "Davacının iddiasının doğruluğunu gösteren ve hakkını  ortaya koyan delil" manasınadır.
Dava konusunda kaide, Hz. Muhammed (S.A.V)'in şu sözüdür: "Eğer insanlara mücerred davalarından dolayı istedikleri verilse, onlardan bir toplum, diğer toplumun kan ve malını ister. Lâkin davacıya beyyi­ne getirmek, davalıya da yemin etmek düşer." Diğer bir rivayette: " inkâr edene yemin düşer” denilir. (Buharî, Rehin, 6- İbni Mâce Ahkâm, 7).
Hariç: Bir malı elinde bulundurmayan ve onda tasarrufta bulunmaktan uzak olan kimsedir.
Mutlak mülk: Veraset veya bir kimseden satın almak gibi mülk edin­mek sebeplerinden biri ile kayıtlı bulunmayan mülktür. Böyle sebeplerle ka­yıtlı olan mülkiyete mukayyet mülk denilir. "Bu ev benimdir", denilince mutlak mülk iddiasında bulunulmuş olur. Fakat "bana bağışlandı", "satın aldım" ifadeleri mukayyet mülkü ifade eder. Ayrı delil getirse her biri dilerse köleyi yarı fiyatı ile alır, dilerlerse de hak­larından vazgeçerler. Birisi hakkından vaz geçince, öteki tamamına sa­hip olamaz. Bu durumda ikisi de satın almış olduğu vakti bildirse, hak;  tarihi eski olanındır. Satın aldığı tarihi bildiren yahut malı kabz (sahip olma) etmiş olanın delili ötekinden daha üstündür.
[42].  Malı para karşılığında değil de yine bir mal karşılığında satmaya aynî mübadele denilir. Paranın diğer cins para karşılığındaki satışının hükmü de aynıdır.
 [43]. Kitabet: Kölenin para veya muayyen bir hizmet karşılığında hürriyetini efendisinden satın almasıdır.
[44]. Efendisinden çocuk yapan cariyeye "Ümm-ü velet" denilir. Bu cariye artık satılamaz. Bağışlanamaz, her hangi bir yere vakfedilemez. Efendisi ölünce hür olur

 [45]İkrar: Lügatte, hareket halinde olan bir şeyi durdurmak ve sabit kılmak mânalarına gelir. Karar, sükûn ve sebat demektir. Bir duada da:  "Allah onun gözünü ikrar etsin" denilir. Yâni Allah ona yetecek şeyi versin de nefsi sakin olsun, başka şeye tamah etmesin, anlamına söylenir.

Hukuk tabiri olarak ikrar: Başkasının kendi üzerinde bulunan hakkını haber vermek ve itirafta bulunmaktır.
İkrar, hukukî bir delildir. Kitap, sünnet, icma buna delâlet eder ve akıl bunu gerekli kılar. Allah Kur'an'da: "Ey iman edenler! Hak üzere olup, adaleti yerine getirmeye uğraşan hâkimler! Zengin olsun, fakir olsun, kendinizin veya ana ve babalarınızın ve yakın hısımlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yapınız. Çünkü Allah, ikisinden de yakındır. Onun için gerçekten dönüp te nefsinizin arzusuna uymayın! Eğer dilinizi eğip büker ve ya çekinirseniz, şüphesiz ki Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır."Nisa:135).
Bir insanın kendi aleyhine şahadeti ikrar demektir, ikrar bir delil olmasaydı emredilir miydi? Diğer bir ayette de: "Üzerinde hak olan (borçlu)da yazdırsın (borcunu ikrar etsin) Rabbi olan Allah’tan korksun. Borcundan hiç bir şeyi eksik bırakmasın..." (Bakara: 282) buyruluyor. Bu bir insanın kendi aleyhine ikrarıdır.
 [46]. Şahadet:   (Şahitlik yapmak): Asıl mânası bir yerde hazır olmaktır. Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle demişti: "Ganimet vak'aya şahit olanındır" yani harpte hazır olanın demektir. Bir kimse harbe katılınca; "falan harbe şâhid oldu" denilir. Davaya şahit olmak da onda hazır bulunmaktır.
Şehit: Savaşta, kendisine ölüm gelen kimsedir. Hatta muharebede ya­ralandıktan sonra oradan alınıp üzerinden bir namaz vakti geçinceye kadar yaşasa şehit adını alamaz. Çünkü ölüm muharebede gelmemiş olur.
Hukukta Şahitlik: Şahitlerin hazır bulunup gördükleri bir olayı haber vermeleri demektir. Bu şahitlik zina ve adam öldürme gibi fiillerde olduğu üzere; ya görerek olur veya akit ve ikrarlardaki gibi işiterek olur.
Ta'n-ı Şuhut: Bir davaya şahitlik yapanların bu şahitliklerinde yalana olduklarına dair davacı tarafından yapılan iddiadır.

Tezkiye: Temize çıkarma, aklama. Bir kimsenin iyi bir insan olduğunu kendisini tanıyanlardan soruşturarak ortaya çıkarma.

Tezkiye-i Şuhut: Bir hadise hakkında şahitlik yapan kimselerin, bu şahadete ehil olduklarının, başkalarından gizli veya açık sorularak tespit edilmesidir.
Müzekki: Tezkiyeyi yapan kimse.
 [47]. İmam Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre bunlar hapse atılır ve dövülürler de.
Rivayete göre Hz. Ömer yalancı şahide 40 sopa atar ve yüzünü de siyaha boyattırır. Ebû Hanife'ye göre; onu teşhir etmekle azarlama işi meydana gelmiş olur. Dövmek de daha fazla azarlama vardır. Fakat bu onun yapmış olduğu yalancı şahitlikten dönmesine mani olur. Hz. Ömer'in (R.A) işi ise siyasî idi. Teşhir işi şöyle olur: Hâkim ailesine veya herkesi toplayan çarşısına onu gönderir ve onlara selâmını ilettikten sonra "Biz bunu yalancı şahit olarak bulduk. Bundan sakının" der, halk da ondan sakınır.
[48]. İmam Züfer'e göre; duyduğuna şahitlik yapmanın geçerli olduğu davalar da kabul edilir, imam Ebû Yusuf’a göre hâdiseye şahit olduğu zaman görüyorsa sonradan amâ olması şahitliğine zarar vermez.
 [49].  İhsan kelimesi, Müslüman olmak, hür olmak ve sahih bir nikâhla evli bulunmak manalarına gelir. İslâm hukukunda ihsan "had cezasını yerine getirebilmek için hukuk yönünden bulunması gereken bir takım sıfatların bir insanda toplanması"dır. Ö. N. Bilmen İslâm Huku­ku.
 [50].   Vekâlet: Bir işi başkasına havale etmek, dayanmak ve itimat etmek demektir. Allah Teâlâ: “Kim Allaha güvenip dayanırsa O, kendisine yeti­şir." (Talak, a: 3) buyurur.
Vekâlet korumak manasına da gelir. Kur'an'da: "Allah bize yeter. O, ne gü­zel bir vekildir." (Âl-i İmran, a: .173) denilir. Burada "vekîl" koruyucu manasınadır.
İstilahta vekâlet:      Bir kimsenin kendisinin yapabileceği bir işini muh­telif sebeplerle başkasına yaptırmasıdır.
Vekâlet, kitap ile meşru kılınmıştır: Kur'an'da: “Şimdi siz bu paranızla birinizi şehre gönderin de baksın,  hangi yiyecek daha temiz ise on­dan size bir rızık getirsin." (Kehf, a: 19) buyurulur.
[51].   İmam Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre vekil tayin etmek için hasmın rızası şart değildir.
[52]. Kefalet: Lügâtte, birleştirmek ve ilâve etmek demektir.
Ayette: “Zekariyya’yı da ona (bakmaya)  memur etti" (Al-i Imran a: 375 denilir. Ayette geçen "keffele" kendisine kattı, himayesine verdi demektir.  Bir hadiste de:  Hz. Muhammed (S.A.V.): “Ben ve yetime kefîl olan cennette beraberiz.” der­. Burada kefilden maksat onun terbiyesini, yetiştirilmesini üzerine alan kimsedir.                                                         
Kefil: Kendi zimmetini başkasının zimmetine katan, yani başkasının üzerine alması gereken ve gerekmeyen bir isteği kendi üzerine alan kimsedir.
Mekfûlün anh: Asıl borçlu.                                    
Mekfûlün leh: Alacaklı.
Zilyed: Bir malı bilfiil elinde bulunduran yahut bir mala sahip olan kimselerin tasarrufu gibi tasarrufta bulunan kimsedir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder