İÇİNDEKİLER
HAVALE
SULH (ANLAŞMA)
SULHUN CAİZ OLUP OLMADIĞI DAVALAR
BORÇLARDAN SULH
ORTAK ALACAKLARDA SULH
ŞİRKETLER (ORTAKLIKLAR)
MALLARDA ORTAKLIK ŞU KISIMLARA AYRILIR
MUFAVEZE ORTAKLIĞI
ŞİRKET-İ İNAN
SANAYİ ORTAKLIĞI (İŞ ORTAKLIĞI)
VÜCÛH ORTAKLIĞI (İTİBAR ORTAKLIĞI)
MUDARABE ORTAKLIĞI
VEDÎ'A (EMANET BIRAKILAN MAL)
LAKÎT(SOKAĞA BIRAKILAN SAHİPSİZ ÇOCUK)
LUKATA (KAYBOLAN MAL)
ÂBIK (KAÇAN KÖLE)
MEFKÛD
(YAŞAYIP YAŞAMADIĞI BİLİNMEYEN KİMSE/GAİP)
HÜNSÂ
HÜNSÂ-İ MÜŞKİLİN HÜKÜMLERİ
VAKIF
HİBE (BAĞIŞ)
HİBEDEN DÖNMEK
UMRÂ VE RUKBÂ
İARE (ÖDÜNÇ VERME
ÖDÜNÇ VEREN
GASP ETMEK (ZORLA BİR ŞEY ALMAK)
GASBEDİLEN MALDAKİ ARTMA ÖDENİR Mİ?
OLÜ ARAZİYİ İHYA ETMEK
HAKKI ŞİRB(SULAMA HAKKI)
SULARIN ÇEŞİTLERİ
BÜYÜK NEHİR YATAKLARININ TEMİZLENMESİ
MÜZARAA (ZİRAAT ORTAKLIĞI)
"Allah kime hayır dilerse, onu dinde
fakih kılar" (Hadis)
Bismillâhirrahmanirrahîm
HAVALE [1]
1 -Havale, borçlarda caiz olup inallarda caiz
değildir.
2 - Havale, muhîl (borçlu) in, muhtâl (alacaklı)nın ve
havaleyi üzerine alan şahsın rızaları ile sahih olur.
3 - Havale akdi tamamlanınca borçlu (Z) borçtan kurtulmuş
olur. Artık borçlu ölse de alacaklı onun bıraktığı mirastan alacağını alamaz.
Fakat hakkının zayi olmasından korkarsa borçlunun mirasçılarından veya
borçlularından bir kefil alır.
4 - Borcu kabullenen (muhalün aleyh) iflâs (SM) etmiş olarak
ölür veya havaleyi inkâr eder (F) de alacaklının bir delili bulunmazsa,
alacaklı alacağını esas borçludan ister. Bu iki durum olmadıkça ondan
isteyemez.
5 - Borcu üzerine alan, asıl borçludan, ödemiş olduğu parayı
ister ve borçlu da "Ben sendeki alacağım karşılığında onu sana havale
ettim" derse delilsiz kabul edilmez.
6 - Eğer borçlu, alacaklıdan havale ettiği şeyi ister ve
alacaklı da, "Sen beni sende olan alacağımı almam için havale ettin"
derse, bu söz şahitsiz kabul edilmez.
SULH (ANLAŞMA) [2]
7 - Sulh üç şekilde olur:
1) Davalının üzerindeki hakkı ikrar etmesi,
2) Davacının iddiası karşısında davalının susması (P).
3) İddia edileni, davalının inkâr etmesi ile olur, (F).
8 - Eğer sulh, mal karşılığında mal vermek sureti ile ve
davalının da ikrarı üzere meydana gelmişse bu anlaşma alış-veriş hükmünde olur.
Eğer bu ikrara dayanan anlaşma, mal karşılığında menfaat sağlamak üzere meydana
gelmişse, bunda kira hükümleri cereyan eder.
9 - Dava konusu olan şeyin bir kısmı veya tamamı bir başkası
tarafından hak kazanılarak alınsa sulh bedelinin o nispette tamamı veya bir
kısmı geri verilir.
10 - Sulh bedeli olan
malın (davalının davacıya ödediği malın) tamamı veya bir kısmı başkası
tarafından hak kazanılarak alınsa, davacı, elinden çıkan mal nispetinde
davalıya döner.
11 - Davalının hakkı inkârı
veya susmasından dolayı meydana gelen sulh, davacı hakkında muaveze (karşılıklı bedel
alıp vermek)dir. Davalı için ise yeminden kurtulmaktır.
12 - Davacıdan sulh
bedelinin tamamı veya bir kısmı başkası tarafından hak edilerek alınsa, davacı
da bedelin tamamı veya bir kısmı için davalıya karşı dava açar.
13 - Dava konusu olan mala
bir başkası sahip çıkıp alırsa, sulh bedeli tamamen geri verilir. Bir kısmının
sahibi çıkarsa, bedelden, o kısma isabet eden miktarı geri iade edilir ve
hakkında dava açılır.
14 - Sulh bedelinin teslim edilmeden önce helak olmasında
yukarıdaki her iki bölümde de ona başkası tarafından hak kazanılmış olmanın
hükümleri gibi hükümler cereyan eder.
15 - Meçhul olan bir maldan
sulh olmak caizdir (F). Fakat sulh bedelinin mutlaka belli olması lâzımdır.
16 - Sulhun Caiz Olup Olmadığı
Davalar
1) Gerek kasten ve gerekse hataen işlenen cinayetlerden sulh
olmak caizdir.
2) Had cezalarından sulh olmak caiz değildir.
3) Bir kadınla nikâhlı bulunduğunu iddia eden kimsenin bu
iddiasını kadın inkâr etse ve sonra davayı bırakması için kadın onunla mal karşılığında
sulh olsa caiz olur. Kendisi ile nikâhlı olduğunu ikrar etmesi için adamın bir
mal karşılığında kadınla sulh olması da caizdir. Kadın nikâhlı olduğunu iddia
etse de erkek onunla sulh olsa yine caiz olur.
4) Falan kimsenin kendisinin kölesi olduğunu iddia eden,
sonra onunla bir mal karşılığında sulh olsa caiz olur. Fakat köle üzerinde velâ hakkı olmaz. İki kişi arasında
ortak olan bir köleyi ortaklardan zengin olan taraf azad etse ve ortağı onunla
kıymetinin yarısından fazlası ile sulh olsa caiz olmaz.
5) İnkâr eden davalının, yanında malı olduğunu ikrar etmesi
için, davacının onunla bir mal karşılığında sulh olması caiz olur.
6) Fuzûlî (davacı ve davalı dışında üçüncü bir şahıs)
bir mal üzerine sulh yapsa ve sulh bedeline kefil olsa veya onu teslim etse
yahut "benim şu bin liram üzerine" diyerek (sulh bedelini
kendi parasına izafe etse) anlaşma sahih olur. Eğer "falanın
bin lirası karşılığında sulh oldum" derse bu davalının iznine bağlı
olur.
17 - Borçlardan Sulh
1) Bir kimse akit neticesinde borçlandırdığı şahıs ile
alacağının bir kısmı üzerine sulh olsa bu, hakkının bir kısmını alıp geri
kalanını da borçtan düşürmek olur. Bu karşılıklı alıp vermek (muaveze)
muamelesi değildir:
a) Borçlu ile bin liraya karşılık, beş yüz liraya sulh olsa
caiz olur.
b) Değeri yüksek paradan bin liraya karşılık, değeri düşük
paradan beş yüz liraya anlaşmak da caizdir.
c) Hemen ödenmesi lâzım gelen borca karşılık aynı miktar
borcu vadeye bağlayan anlaşma da caiz olur.
2) Peşin verilecek dirhem para yerine, tecilli dinar paraya
sulh olmak caiz olmaz.
3) Bin siyah liraya karşılık, beş yüz beyaz (halis gümüş)
liraya sulh olmak caiz olmaz.
4) Bin lira alacağı olan, borçlusuna: "Bana yarın
borcunun beş yüz lirasını öde, gerisini bağışlıyorum" der de borçlu
da beş yüz lirayı ödemezse bin lira borç olduğu gibi kalır (S).
18 - Ortak Alacaklarda Sulh
1) İki ortaktan biri, kendi hissesi olan alacağına karşılık
bir miktar kumaş alsa, diğer ortak muhayyer olur. İsterse ortağından almış
olduğu kumaşın yarısını alır. Ancak ortağı alacağın dörtte birini kendisine verirse,
o zaman alamaz. İsterse de borçluyu takip edip alacağın yarısını alır.
2) Ortaklaşa sipariş (selem)te bulunan iki
ortaktan biri sermayeden kendi hissesine düşen miktardan anlaşma yapsa (diğer
ortak razı olmadıkça) caiz olmaz.
3) Miras (terike) olarak kendilerine mal kalan
mirasçılar içlerinden birine az veya çok, bir mal verip onu aradan çıkarsalar
caiz olur.
a) Miras olarak gümüş para kalır da ona altın para verirlerse
veya bunun tersi olursa bu anlaşma yine sahih olur. Hem altın ve hem de gümüş
para miras kalmışsa, sulh bedeli olarak yine her ikisinden de verilmesi
sahihtir.
b) Miras, altın ve gümüş para ve maldan ibaret olsa, o vâris
ile altın ve gümüşten biri üzerine anlaşmaya varsalar, ona bu cinsten kendi hissesine
isabet edecek olandan daha fazla vermek gerekir. Eğer, sulh bedeli, altın ve
gümüş para yerine bir mal olursa caiz olur.
c) Ölüden, başkaları üzerindeki alacağı miras kalsa, mirasçılar
da içlerinden birini o alacaklar sadece kendilerinin olması için sulh olup çıkarsalar
caiz olmaz. Fakat onun hissesi kadar borçlulardan indirim yapılmasını şart
koşarlarsa, o zaman caiz olur.
ŞİRKETLER (ORTAKLIKLAR)
9 -Şirket [3] =
(ortaklık) iki kısımdır
1) Mülk ortaklığı
2) Akit (sözleşmeden doğan)
ortaklığı
Mülk ortaklığı da iki çeşittir:
a) Cebrî (ortakların fiilleri ile olmayıp başka sebepler ile
meydana gelen) ortaklık,
b) İhtiyarî (ortakların fiilleri ile meydana gelen) ortaklık.
Akit ortaklığı da iki çeşittir:
1) Mallarda ortaklık
2) İşlerde ortaklık
Mallarda ortaklık şu kısımlara ayrılır
a) Mufaveze: ortakların sermaye ve kârdan hisseleri eşit olan ortaklık.
b) İnan ortaklığı: Ortaklar arasında sermaye ve kâr bakımından eşitlik
şart koşulmayan ortaklık.
c) Vücûh ortaklığı: Sermayesi olmayan,
sadece itibare dayanarak iş yapan bir ortaklık.
d) Urûzda ortaklık.
İşlerde ortaklık (Şirket-i a'mal) da iki
çeşittir:
a) Caiz olan ortaklık ki bu sanayi ortaklığıdır.
b) Fasid ortaklıktır ki, mubah olan malları elde etmek için
kurulmuştur.
Mufaveze Ortaklığı
20 - Bu ortaklıkta
ortaklar, tasarruflarında, borç alıp vermede (S) ve şirkete elverişli olan
mallarda eşit haklara sahiptirler.
21 - Bu ortaklığın sahih
olabilmesi için her iki ortağın da;
a) Hür,
b) Akıl-baliğ,
c) Müslüman olması gerekir. Veyahut da her iki ortağın Zımmî
olması lâzımdır.
22 - Mufaveze ortaklığı ancak akit yapılırken "Mufaveze"
kelimesinin söylenmesi ile veya bu ortaklığın gerektirdiği bütün hususiyetler
açıklanarak kurulur.
23 - Bu ortaklıkta malların teslim edilmesi ve her iki ortak
malının birbirine karıştırılması şart değildir.
24 - Bu şirketi kuranlar birbirlerinin vekili ve kefili
olurlar.
25 - Ortaklardan birinin aldığı mal şirket adına alınmış olur.
Ancak aile ve çocuklarının ekmeği, katığı, giyecekleri ve ortağın kendi giyeceği
bu hükmün dışındadır.
26 - Ortaklardan birine mal satan kimse bedelini dilediğinden
ister.
27 - Ortaklardan biri başkasının malına kefil olunca, bu
kefalet diğer ortağa da lâzım gelir (SM).28 - Ortaklardan birinin eline (hibe,
vasiyet ve veraset gibi yollardan) ortaklığa elverişli bir mal geçerse Mufaveze ortaklığı İnan şirketine dönüşür, İnan ortaklığında
ileriye sürülemeyen bir şartın ortadan kalkması yüzünden Mufaveze ortaklığının
bozulduğu her yerde de yine ortaklık İnana döner.29 - Mufaveze ve İnan ortaklıkları ancak
dirhem ve dinar paralarla ve çarşı-pazarda kullanılıyorsa, bu iki para cinsinin
altın ve gümüş olan külçeleri ile ve diğer geçerli paralarla kurulur. Uruz [4] sermaye olmak üzere ortaklık kurmak
sahih olmaz (F). Şu kadar var ki ortaklardan biri, kıymetleri denk olunca Uruz
kabilinden olan malının yarısını diğerinin Uruz kabilinden malının yarısı
karşılığında ona
satar ve sonra da ortaklığı kurarlar, bu caizdir.
Şirket-i
İnan
30 - Ortaklardan birinin
sermaye olarak koyduğu mal diğerininkinden fazla olabilir. İkisi de ortaklık
işinde çalıştıkları zaman bir tarafın malındaki fazlalığa rağmen kâra eşit
şekilde ortak olabilirler. Yahut ortaklık işinde çalışan için fazla kâr şartı
konulabilir.
31 - Ortakların, sermaye olarak koydukları malları eşit olduğu
halde, kâr ve zararın farklı dağıtımını şart koşmuşlarsa, kâr şarta göre, zarar
ise sermayedeki mallarına göre taksim edilir.
32 - Şirket-i İnanda ortaklar birbirlerinin vekilidir; fakat
birbirlerine kefil değillerdir.
33 - Dağlardan odun kesmek ve ot biçmek gibi vekâlet sahih olmayan
işlerde bu ortaklığı kurmak da sahih olmaz. Bu sahada kim ne topladı ise
kendisinin olur. Biri diğerine yardım ederse ecr-i
misil (emsallerine göre
takdir edilen bir ücret) alır.
34 - Her hangi bir mal satın almadan önce ortaklardan her
ikisinin veya sadece birinin sermayesi helak olsa ortaklık bâtıl olur.
35 - Ortaklardan biri kendi malı karşılığında bir şey satın
aldıktan sonra diğer ortağın malı helak olsa, alınan mal aralarında ortaklığın
şartlarına göre taksim edilir ve satın alan ortak malın bedelinden diğerinin
hissesine düşen parayı ondan alır.
36 - Sermaye olarak konulan maldan biri helak olsa da, sonra ortaklardan
biri, bir mal satın alsa, bu mal sadece malı kalan ortağın olur.
37 - Ortaklardan birisi için kârdan belirli bir miktar para
almayı şart koşmak caiz değildir.
38 - Gerek Mufaveze ve
gerekse Şirket-i İnan ortaklarından her birinin vekil tayin etmek, kâr sermaye
sahibine ait olmak üzere şirket malından başkasına vermek, mudarebe ortaklığı
kurmak, şirket malını bir kimseye emanet bırakmak ve çalıştırmak için bir işçi
tutmak hakları vardır. Mufaveze ve Şirket-İ İnan ortaklarından her birinin
elindeki şirket malı bir emanettir.
Sanayi Ortaklığı (İş ortaklığı)
39 - Aynı işi yapan veya
işleri değişik olan iki sanatçının müşterek iş kabul etmelerine Sanayi Ortaklığı (iş ortaklığı) denilir. Kazandıkları
aralarında bölüşülür. Böyle bir ortaklık kurmak caizdir.
40 - Ortaklardan birinin
aldığı, kabullendiği bir işin yapılması, diğer ortağa da lâzım gelir. Bu
bakımdan işveren kimse ortaklardan herhangi birinden işin yapılmasını
isteyebilir.
41 - Ortaklardan her biri
de (işi, ister kendisi taahhüt etmiş olsun, ister ortağı taahhüt etsin) iş
ücretini işverenden isteyebilir.
Vücûh Ortaklığı (İtibar Ortaklığı)
42 - Sermayeleri olmadığı
halde sırf itibarlarına dayanarak veresiye mal satın alıp satmak üzere iki
kimsenin ortaklık kurmasına Vücûh ortaklığı denilir. Böyle bir ortaklık
kurmak caizdir.
43 - Bu ortaklıkta her ortak diğer ortağın vekili olur.
44 - Bu ortaklıkta, satın alınacak malın aralarında eşit olduğu
şartı koşulmuşsa, sağlanan icardaki hisseleri de eşit olur ve bunda bir ortağın
fazla kâr alması caiz olmaz.
45 - Birinin katırı, diğerinin su kabı olan iki kişi, su alıp
getirmek için bir ortaklık kursalar, bu sahih olmaz. Bundan sağlanan kazanç sadece
çalışanın olur ve çalışmayan katır veya su kabının kirasını öder.
46 - Fasit bir ortaklıkta kâr, ortakların sermayelerine göre
taksim edilir ve ortaklardan birine fazla verilmesi şartı bâtıl olur.
47 - Ortaklardan biri ölür veya dininden dönerek düşman yurduna
giderse ortaklık bozulur.
48 - Ortaklardan hiç biri, diğerinin malına düşen zekâtı onun
izni olmadan veremez. Ortaklar, birbirlerine zekât ödeme izni verdikten sonra
her biri aynı zamanda zekâtı ödemiş olsa, birbirlerine zekât hisselerini
tazmin ederler. Fakat biri önce, diğeri sonra ödemişse sonra ödeyen, ödediğini
bilse de bilmese de ilk ödeyene tazminde bulunur.
MUDARABE ORTAKLIĞI [5]
49 - Bu ortaklıkta, çalışan (mudarıb) sermaye
sahibinin kârda ortağıdır.
50 - Çalışan ortağın sermayesi, ticaret için gezip dolaşmaktır.
51 - Sermaye, çalışacak olan ortağın yanında emanet olarak bulunur.
52 - Çalışan ortak, sermayeyi işletmeğe başlayınca sermaye sahibinin
vekili olur. Kâr yapınca da ortak durumuna geçer.
53 - Eğer kârın tamamı çalışan ortak için şart koşulmuşsa sermaye
ona ödünç verilmiş olur (F). Kârın tamamı sermayedar için şart koşulmuşsa bu, bizaa (kâr tamamen
kendisinin olmak üzere başkasına sermaye vermekten ibaret bir anlaşma) olur.
54 - Mudarabe ortaklığı fâsid olunca bu, bir fasit
kiralama (işçi tutma) olmuş olur.
55 - Mudarib (çalışmayı üzerine alan ortak) anlaşma
şartlarına aykırı hareket ederse gasp eden hükmünde olur.
56 - Bu ortaklık, kâr her iki ortak arasında şayi' (orantılı) olmak şartı ile sahih
olur. Eğer ortaklardan birine önceden belli bir miktar para kararlaştırılmışsa
ortaklık bozulur. Ortaklık bozulduğu zaman kâr, sermaye sahibi olan ortağın
olur. Çalışan ortak işçi olarak emsallerine göre ücret alır.
57 - Ortaklık bozulduğu zaman kâr, sermaye sahibi olan ortağın
olur. Çalışan ortak işçi olarak emsallerine göre ücret alır.
58 - "Ziyan çalışana aittir" şartını koymak
batıldır.
59 - Sermayenin çalışana teslimi şarttır.
60 - Çalışan ortağın; peşin veya veresiye olarak satmak ve
satın almak, kendisine vekil tayin etmek , (ticaret için) yolculuk yapmak ve
kârı ortaklığa ait olmak üzere başkasına sermaye vermeğe hakları vardır.
61 - Sermaye sahibinin izni olmadan yahut "kendi
görüşüne göre hareket et" denilmeden çalışan ortağın ayrıca bir
mudarabe ortaklığı kurmaya hakkı yoktur.
62 - Mudarib, sermaye sahibinin tayin ettiği beldenin dışına
çıkamaz ve tayin edilen ticaret malından başka malın ticaretini yapamaz ve
yine belirtilen tüccardan başkası ile ticarî muamelelerde bulunamaz.
63 - Sermayedar, ortaklık için bir süre koymuşsa bu sürenin
geçmesi ile ortaklık sona erer.
64 - Mudarib, ortaklık malı ile köle veya cariye evlendiremez.
Sermayedar yönünden azat olması lâzım gelen bir köleyi satın alamaz. Eğer bunu
yaparsa tazmin eder. Malda kazanç olsa, kendisinin de azad etmesi lâzım gelecek
olan (babası ve oğlu gibi) bir köleyi satın alamaz. Eğer kazanç yoksa
kendisinin azat etmesi gerekeni satın alır ve alış-veriş sahih olur. Kâr
yaparsa kendi hissesi kadarı azat olur. Köle sermayedarın hissesi kıymetince de
kazanç sahasına atılır.
65 - a) Sermayedar çalışmayı kabul eden ortağına, ortaklık için
sermaye verip "Allah ne verdiyse aramızda yarı yarıya" der ve
başkası ile de mudarabe ortaklığı kurmasına izin verirse o da buna dayanarak
birisine, kârın 1/3'i onun olmak üzere mal verse; kârın yarısı şarta göre
sermayedarın, 1/6'i birinci mudaribin, 1/3'i de ikinci mudaribin olur. Birinci
mudarib ikinciye kârın yarısı onun olmak üzere mal vermişse, kendisi hiç bir
şey alamaz. Hatta 2/3'si onun olmak üzere mal vermişse bu durumda kendisi kârın
1/6'ini (tüm kârın yarısı sermayedarın olacağına göre) ikinciye öder.
b) Sermayedar ortağına, "Allah sana ne verdiyse
yarısı benimdir" demişse;
bu durumda ikinci mudarib için şart
koşulan kâr onun olur. Geriye kalan da sermayedar ile birinci mudarib arasında
yarı yarıya taksim edilir.
c) Sermayedar, "Allah Tealanın verdiği yarı yarıya
aramızda taksim olmak üzere" demiş olsa da, birinci mudarib; kârın
yarısı onun olmak üzere sermayeyi diğer birine verse, o da bir üçüncüye l/3
nispeti ile devretse, kârın yarısı sermayedarın, 1/3'i üçüncü mudaribin, 1/6'i
de ikinci mudaribin olur. Birincisi ise hiç bir şey alamaz.
66 - Mudarabe Ortaklığı Şu Hallerde Kalkar
1) Sermayedarın ölmesi halinde,
2) Çalışanın ölmesi,
3) Sermayedarın dinden çıkıp düşman yurduna katılması halinde.
Çalışanın dinden dönmesi ile ortaklık kalkmaz.
67 - Çalışan ortak,
azledildiğini bilmediği müddetçe sermayedarın azli ile azl olmuş olmaz. Eğer
azledildikten sonra ve haberdar olmadan önce alış-verişte bulundu ise geçerli
olur. Azledildiğini öğrendiği zaman da elinde bulunan mal sermaye cinsinden ise
onda tasarruf etmesi caiz olmaz. Başka cinsten ise sermaye cinsinden oluncaya
kadar satmaya hakkı vardır.
68 - Ortaklar ayrılır da kâr olmayıp başkaları üzerinde sermayeden
alacak kalırsa çalışan ortak sermayedarı, onların toplanmasına vekil tayin
eder. Fakat kâr varsa çalışan onları toplamaya mecbur edilir.
69 - Ortaklığın sermayesinden zayi olan, kârdan kapatılır. Eğer
zayi olan miktar kârdan fazla ise bu fazla kısım sermayeden düşürülür.
70 - Vedî'a [6] Onu koruyanın elinde bir emanettir. Bu bakımdan bir
tecavüz olmadan zayi olursa, ödenmesi gerekmez.
71 - Emanet malı, bizzat
onu alanın kendisinin ve mudi (malını emanete bırakan) yasaklasa bile
ailesinden olan birisinin koruması gerekir. Onun korunmasını başkalarına
yaptıramaz. Ancak evinde yangın olursa komşusuna teslim edebilir veya gemi
batıyorsa başka gemiye aktarabilir.
72 - Emanet malı birbirinden ayırt edilemeyecek şekilde başka
mal ile karıştıran onun kıymetini öder. Vedî'a’nın bir kısmını harcayıp, sonra
onun yerine malından koyar ve onu da geriye kalan kısım ile karıştırırsa yine
hepsinin kıymetini öder. Fakat kasti yapmadan karışma olmuşsa mûdiye ortak
olur.
73 - Emanetçi emanet mala binmek, giymek veya hizmet ettirmek
yahut ayrıca başka birisine emanet etmek sureti ile tecavüzde bulunur ve sonra
da bu tecavüzü kalkarsa, mal sahibine bir şey ödemez. Fakat emaneti ayrıca emanete
verir de ikinci emanetçi yanında zayi olursa, ödemek sadece birinciye düşer
(SM),
74 - Mal sahibi vedi'a’yi geri ister de emanetçi onu inkâr eder
ve sonra dönüp itiraf ederse, tazmin eder.
75 - Mudi tarafından yasaklanmaz ve yol da emniyetli olursa, taşıtması
ve zahmeti olsa bile emanetçinin vedia’yı kendisi ile yola götürmeğe hakkı
vardır.
76 - İki kişi bir adama,
ölçülen veya tartılan cinsten mallarını emanet bıraksalar sonra biri gelip
hissesini almak istese, diğeri gelmediği müddetçe ona hissesini vermesi ile
emredilmez.
77 – Emanetçi, "Bana emaneti falan adama bırakmamı
emretmiştin" der ve mal sahibi de bunu yalanlarsa, emanetçinin o malı
tazmin etmesi gerekir. Ancak buna şahit getirirse veya mal sahibi kendisine
verilen yeminden çekinirse bu takdirde ödemesi gerekmez.
78 - İki adama, bölünebilen bir mal emanet edilirse, onu bölerler ve her biri kendine düşen yarısını muhafaza eder. Fakat bu bölünemeyecek bir mal ise birisinin izni ile diğeri onu muhafaza eder.
78 - İki adama, bölünebilen bir mal emanet edilirse, onu bölerler ve her biri kendine düşen yarısını muhafaza eder. Fakat bu bölünemeyecek bir mal ise birisinin izni ile diğeri onu muhafaza eder.
79 - Mal sahibi, "Bu malı şu odada sakla" der
de adam aynı evin başka odasında saklarsa (zayi olması halinde) tazmini
gerekmez. Fakat başka bir evde saklamışsa tazmin etmesi (ödemesi) gerekir.
80 - Emanet olan mal, sahibinin evine bırakılsa da kendisine
teslim edilmese, zayi olması halinde ödenmesi gerekir.
LAKÎT[7]
(SOKAĞA BIRAKILAN SAHİPSİZ ÇOCUK)
81 – Sokağa atılmış çocuk (insanlarda asıl olan
hürriyet olduğundan) hürdür ve onun nafakası' (beslenme, giyim ve barınma
masrafları) devlet hazinesine aittir.
82 - Sokağa atılmış çocuğun
bıraktığı miras hazineye kalır. İşlediği cinayetlerin diyetini ödemek de
hazineye düşer. Aldığı diyetler ve velayet hakkı da hazineye aittir.
83 - Çocuğu bulan, onu yanında bulundurmaya başkalarından daha
hak sahibidir.
84 - Çocuğu bulanın ona yaptığı masraflar teberru olur. Ancak
hâkim, yaptığı masrafları almak şartı ile ona bakmasına izin vermişse, o zaman
teberru olmaz.
ondan sabit olur. İki kişi birden bu çocuğun
kendilerinin olduğunu iddia ederlerse bunlardan birinin, çocuğun vücudunda bir
işaret söylemesi hariç, nesebi her ikisinden de sabit olur.
85 - Bir kimse çıkıp da, bu çocuğun kendi oğlu olduğunu iddia
ederse, nesebi
86 - Çocuğun nesebini iddia eden hür ve Müslüman kişi, köle ve
Zimmîden daha ileridedir. Bu bakımdan bir köle onun kendi çocuğu olduğunu iddia
ederse, çocuk hür olarak onun olur. Bir Zimmî iddia ederse çocuk Müslüman olarak
onun olur. Şu kadar var ki Zimmî, çocuğu kilisede, havrada veya onlara ait bir
köyde bulmuşsa, o zaman çocuk Zimmî olur.
87 - Bir kimse çıkıp da çocuğun, kendisinin kölesi olduğunu
iddia ederse bu delilsiz kabul edilmez.
88 - Bulunan çocuk üzerinde bağlı eşya ve para çıkarsa çocuğa
ait olur ve bunlar ancak hâkimin emri ile çocuğa harcanır.
89 - Çocuğu bulan onun için bağış kabul eder ve onu bir sanata
vermek hakkına da sahiptir. Fakat çocuğu evlendiremez, ücretle onu bir işte de
çalıştıramaz.
LUKATA (KAYBOLAN MAL)
90 - Bulunan bir malı yerden alıp kaldırmak, mala dokunmamaktan daha iyidir. Eğer o malın zayi
olacağından korkulursa, onu alıp saklamak vacip olur.
91 - Lukatayı bulan onu
sahibine vermek için aldığına şahit tutarsa, yanında emanet olarak kalır.
Sahibine vermek için aldığına şahit tutmamışsa, (telef ettiğinde) onun
kıymetini öder.
92 - Kaybolan malı bulan, "bundan sonra artık
sahibi aramaz" diye bir kanaate sahip olacağı zamana kadar bulduğunu
ilân eder.
93 - Bundan sonra malın sahibi gelirse malını alır. Gelmezse
bulan, isterse fakirlere sadaka olarak dağıtır, isterse de yanında tutar.
Fakirlere verildikten sonra sahibi gelir de bu tasadduku kabul ederse, sevabı
kendisinin olur. Kabul etmezse onun kıymetini bulana veya fakire ödettirir.
Eğer fakirin elinde aynen duruyorsa, malını geri alır. Fakir veya bulandan
kıymetini hangisi öderse, diğerine dönüp de onu alamaz. Bulunan mal, bir
zengine sadaka olarak verilemez. Bulan fakir ise kendisi faydalanır.
94 - Bozulacak malların ilânı, bozulmalarından korkulduğu zamana
kadar yapılır.
95 - Bulunan malın ilânı, insanların toplu bulundukları
yerlerde ve malın bulunduğu yerde yapılır. Eğer lukata nar kabukları ve çekirdek
gibi ehemmiyetsiz bir şey ise, ilân etmeden onlardan faydalanılır. Sahibi
gelirse bunları alır.
Hasad edildikten sonra tarladaki başaklar,
toplayanların olur.
96 - Deve, koyun, öküz v.s. sahipsiz hayvanları lukata olarak
almak caizdir. Bu hayvanlara (hâkimden izin almadan) verilen yem bağış olur.
97 - Hayvanın kiraya verilmesinden bir fayda temin ediliyorsa,
hâkimin izni ile hayvan kiraya verilir. Kazandığı para yemine harcanır.
Hayvanın kiraya verilmesinde bir fayda yoksa
ve satılması uygunsa satılır.
98 - Hayvan sahibi, çıkıp
gelirse, yapılan masrafları alıncaya kadar bulanın hayvanı alıkoyması
hakkıdır. Eğer ödemekten sakınırsa verilen yem masrafları için satılır.
99 Sahibine vermeyip alıkoyduktan sonra hayvan ölürse yapılan
masraflar düşer. Fakat alıkoymadan önce ölmüşse düşmez.
100 - Bulunan eşyanın,
hayvanın ve hür bir çocuğun sahibine tesliminde, ondan bir hak istemenin gereği
yoktur [8].
101 - Bir kimse, bulunan
malın kendisinin olduğunu iddia ederse delil getirmesi gerekir. Eğer onun
özelliklerini söylerse, malın ona verilmesi caiz olur. Fakat bulana vermesi
için zorlanamaz. Mekke'de Harem-i Şerif de bulunanlarla, onun dışındaki
yerlerde bulunanlar arasında bir fark yoktur.
ÂBIK (KAÇAN KÖLE)
102 - Görenin gücü yettiği
zaman kaçan köleyi tutup yakalaması, buna yanaşmamasından daha iyidir. Firar
etme niyeti olmadan yolunu şaşırmış köleyi tutmak da böyledir.
103 - Gerek kaçan ve gerekse
yolunu şaşıran köle hükümet makamlarına teslim edilir. Firar eden köle haps
edilir. Fakat yolunu kaybeden haps edilmez.
104 - Firardaki köleyi üç
günlük veya daha uzak yoldan tutup getiren 40 dirhem para alır. Yol kısalırsa
40 dirheme göre indirim yapılır. Kölenin kıymeti 40 dirhemden az olursa
kıymetinden bir dirhem az para verilir (S).
Ümm-ü veled ve müdebber köle de (tesliminde ücret almak bakımından)
tam köle gibidirler. Sabi olan köle de bulûğa eren köle hükmünde olur.
105 - Köleyi tutanın
sahibine teslim etmek üzere, tuttuğuna şahit göstermesi gerekir.
106 - Firardaki köleyi tutan
adam, onu elinden kaçırırsa bir ücret alamaz.
107 - Rehin bırakılmış bir köle kaçınca, bunun tutulup
teslimine ait ücreti rehin alan verir.
108 - Cinayet işleyen kölenin efendisi diyetini kendisi
verirse tutup getirme ücretini de vermek kendisine düşer. Eğer köleyi maktulün velisine verirse getirme ücretini de
o verir.
MEFKÛD [9]
(YAŞAYIP YAŞAMADIĞI BİLİNMEYEN KİMSE / GAİP)
110 - Bir mefkûd kendisi
hakkında sağ, başkaları hakkında ise ölü hükmündedir.
111 - Hâkim mefkûdun malını
korumak ve vekili olmayan sahadaki mallarının gelirlerini almak için bir kayyum
tayin eder.
112 - Kayyum, mefkûdun,
bozulmasından korktuğu mallarını satar.
113 - Mefkûd kaybolmadan
önce nafakalarını vermekle mükellef olduğu kimselere, kayyum da onun malından
mahkeme kararı olmadan nafakalarını verir.
114 - Mefkûdun,
akranlarından hayatta kalamayacağı kadar ömrü geçerse ölümüne hüküm verilir.
HÜNSA
115 -Yeni doğan çocuğun erkek ve dişi her iki uzvu
da bulunursa, bunlardan idrarını hangisi ile yapıyorsa ona itibar edilir.
Erkeklik uzvundan idrar yaparsa erkek, dişilik uzvundan idrar yaparsa dişi
sayılır. İkisinden de yapıyorsa idrar önce hangisinden geliyorsa ona göre erkeklik
ve dişilik hükmü alır.
Eğer aynı zamanda her iki uzuvdan da idrar
geliyorsa, böylelerine "hünsa-i müşkil" denilir. Burada
çok idrar gelen uzva göre hüküm verilmez (SM).
116 - Hünsâ olan çocuk bulûğ
çağına geldiği zaman kendisinde (sakal bitme, erkeklik uzvundan ihtilâm olmak,
kadınla cinsî temasta bulunmak gibi) erkeklik emareleri görülürse erkek
sayılır. (Aybaşı olmak, gebe kalmak, memeleri büyümek, süt gelmek ve kadınlık
uzvu ile münasebette bulunmak gibi) kadınlık emareleri görülürse dişi sayılır.
Erkeklik ve dişiliğe ait belirtiler görünmezse veya her ikisi de birden görünürse
bu kimse de, "hünsâ-i müşkil" adını alır.
Hünsâ-i Müşkilin Hükümleri
17 - Bir kimsenin hünsâ-i
müşkil olduğuna hüküm verilince kendisinden din işlerinde en ihtiyatlı ve
sağlam olanlar istenilir.
118 - Mirasın taksiminde iki
hisseden en az olanını alır.
119 – Namaz kılarken, erkek
safları ile kadın safları arasında durur. Kadın saflarında namaz kılarsa
namazını iade eder. Erkekler safında namaz kılarsa sağında, solunda ve tam
arkasında olanlar namazlarını yeniden kılarlar.
Hünsâ, tahannüs kelimesinden türemiştir. Bu da
parçalara ayrılıp çoğalmak mânasını taşır.
Hünsa: Erkek uzvuna da kadın uzvuna da
sahip, olan veya her ikisi de bulunmayan kimsedir.
120 - Hünsâ-i Müşkil, kadın
baş örtüsü ile namaz kılar, ipek elbise giyemez ve ziynetleri takamaz.
121 - Mahremlerinden başka
ne bir erkek ve ne de bir kadın onunla baş başa kalamaz. Yanında bir mahremi
bulunmadan yolculuğa çıkamaz.
122 - Hünsa-i Müşkili sünnet
etmek için ona bir cariye satın alınır. Sünnet edince o cariye satılır. Eğer
malı yoksa cariye devlet hazinesi tarafından satın alınır.
123 - Erkek veya kadın
olduğu anlaşılmadan ölürse yıkanmayıp teyemmüm edilir, sonra kefenlenir ve
kadınmış gibi defnedilir.
VAKIF [10]
124 – Vakfetmek: "Malı sahibinin mülkü olmak üzere bırakmak ve o
malın menfaatlerini sadaka olarak vermek" demektir.
125 - Hâkimin kararı ile
tescil edilmeyen (SMF) yahut "Öldüğüm zaman malım vakıftır",
şeklinde mal sahibinin vasiyetine bağlı bulunmayan vakıf geçerli olmaz.
126 - Bir kimsenin, başkası
ile ortak bir yerini hâkimin kararı olmadan vakfetmesi caiz olmaz (S).
127 - Vakfın caiz olabilmesi
için, sonucunu hiç kesintiye uğramayan ebedî bir yöne çevirmek şarttır (S).
128 - Akarların vakfedilmesi
caiz olur. Menkul(taşınabilir) malların vakfedilmesi ise caiz değildir (S).
İmam Muhammed; kitaplar, Mushaf, balta, keser, testere, kazan ve tabut gibi
halk arasında örfen vakfedilen menkul malların vakf olunabileceğine hüküm
vermiştir. Fakat örfen vakfedilmesi adet haline gelmeyen (elbise ve emtia
gibi) menkul mallar vakfedilemezler. Fetva da İmam Muhammed’in görüşüne göre
verilmiştir.
129 - Harp aracı olarak kullanılan hayvan ve silâhların vakfedilmesi
caizdir.
130 - Vakıf olan mal
satılamaz ve bir kimseye mülk olarak verilemez.
131 - Vakfeden tarafından
şart koşulmasa dahi vakfın ayakta durması için her şeyden önce geliri ile
vakfın tamiratı yapılır.
132 - Zengin bir adama
vakfedilen vakfın tamiratını, zengin adam kendi parası ile yapar. Fakirlere
vakfedilen bir malın fakirler tarafından tamir ettirilmesine hüküm verilemez.
Vakfı kullanan, tamir etmek istemezse veya fakirse, hâkim onu başkasına kiraya
verir ve getirdiği para ile tamiratını yaptırır. Sonra da oturmak hakkına sahip
olan kimseye geri verir.
133 - Vakfedilen bir binanın
yıkılan enkazı ve vakıf bir malın sökülmüş aletleri yine o vakfın tamirine
harcanır. Eğer bunlara ihtiyaç yoksa ihtiyaç zamanına kadar saklanır. Bu enkaz
ve aletleri aynen tamir işinde kullanmak mahzurlu ise satılır ve parası yine
tamirine harcanır. Vakıflar, faydalananlar arasında taksim edilmez.
134 - Vakıf yapan kimsenin (hayatta kaldığı müddetçe) vakfın
gelirinin tamamını veya bir kısmını kendisine ayırması caiz olur. Mütevelli [11] olmak hakkı da vardır.
135 - Mütevelli, güvenilir
bir kimse değilse hâkim, vakfı bunun elinden alır ve başka bir mütevelli
(yönetici) tayin eder.
136 - Bir mescit yapan
kimse, onun yolunu kendi yerinden ayırıp içinde insanların namaz kılmalarına
(S) izin vermediği müddetçe bu bina kendi mülkiyetinden çıkmaz.
137 - Bir kimse, Müslümanlar için bir çeşme, yolcular için han,
kervansaray veya havuz yapsa kuyu kazsa, kendi yerini insanlar için mezarlık
yahut yol yapsa, hâkim karar altına almadıkça veya yapanın, ölümünü müteakip
vakıf olacaklarına dair vasiyeti bulunmadıkça geçerli olmaz.
138 - Hastalık halinde yapılan vakıf vasiyet olur.
139 - Vakıf olan bir
kervansaraya ihtiyaç kalmazsa onun vakfı, kendisine en yakın olan diğer
kervansaraya aktarılır.
140 – Cami, dar gelse ve yanında umuma ait yol bulunsa, cami yol
tarafından genişletilir, yol dar gelince o da cami tarafından genişletilir.
HİBE
(BAĞIŞ) [12]
141 - Hibe, icab ve kabul
ile ve kabz (ele geçirmek)’la sahih olur.
142 - Bağışın yapıldığı mecliste, hibe edenin izni olmadan
hediyeyi almak caizdir. Ayrıldıktan sonra hediyeyi almak bağışlayanın iznine
bağlı olur. Eğer daha önceden hibe edilen mal, kendi elinde bulunuyorsa
mücerret kendisine bağışlanmış olmakla ona sahip olur.
143 - Bir babanın malını
küçük çocuğuna hibe ettiğini söylemesi ile (kabz edilmesine lüzum olmadan) hibe
akdi tamam olmuş olur.
144 - Küçük çocuğa yapılmış olan bağışı velisi, annesi ve
bizzat kendisi ele geçirince küçük çocuk ona sahip olmuş olur.
145 - Hibe akdi, hibe edenin
"Hibe ettim, bağışladım, verdim, bu yiyeceği sana verdim, yaşadığın
müddetçe bu evi sana verdim", sözleri ile meydana gelir. Hibeye niyet
ettiği zaman; "Bu hayvana seni bindirdim", sözü ile yine,
"Bu elbiseyi sana giydirdim" ifadesi ile hibe akdi meydana
getirilmiş olur.
146 - Taksim edilemeyen
ortak bir maldaki muayyen bir hisseyi bağışlamak caizdir. Fakat taksim
edilebilirse caiz olmaz (F). Eğer bağışlandıktan sonra bölünür ve teslim edilirse,
o zaman caiz olur; bölünebilir bir evdeki hisse (nin önceden bağışlanıp sonra
bölünüp teslim edilmesi) gibi. Memedeki sütün, hayvanın sırtındaki yünün,
hurma ağacı üzerindeki hurmanın, tarladaki ekinin hibe edilmesi de bunun
gibidir.
147 - Buğdayın öğütülüp çıkarılacak ununu, susamın ve sütün çıkarılacak
yağlarını hibe ettikten sonra çıkartıp teslim etmek (bunlar hibe edildikleri
zaman mevcut olmayıp mülkiyete mahal olamayacaklarından) caiz olmaz.
148 - İki kişi müştereken
sahip oldukları mallarını birlikte birisine hibe etseler caiz olur. Bunun aksi
ise caiz olmaz (SM).
149 - Bir kimse, bir malını
iki fakire birden sadaka olarak verirse caiz olur. Fakat iki zengine sadaka
verilmesi caiz olmaz.
150 - Bir kimse cariyesini
hibe edip karnındaki çocuğunu istisna etse hibe sahih istisna ise batıl olur.
151 - Hibeden
Dönmek
1) Mahrem olmıyan kimselere (F) yapılan hibeden dönmek caiz
olur, fakat mekruhtur.
2) Kendisine hibe yapılan şahıs bunun bedeli olarak hibe
edene bir şey verse hibeden dönülemez.
3) Hibe edilen malın kendisinde bir artma bulunsa hibeden
dönülemez.
4) (Teslimden sonra) taraflardan birinin ölmesi hibeden
dönmeğe engeldir.
5) Hibe edilen malın, kendisine hibe edilen şahsın
mülkiyetinden çıkmış olması hibeden dönmeğe engeldir.
6) Mahrem olan akrabalarına yapılan bağıştan dönülemez.
7) Koca ailesine, kadın kocasına yaptığı bağışlardan dönemez.
8) Hibeyi alan kimse, hibe edene bir şey vererek "Şunu
hediyene bedel olarak yahut ivaz (karşılık) olarak veya mukabil olarak al,"
derse veya bir başkası teberru olarak bedelini verse, o da bunları alsa,
hibeden dönme hakkı düşer.
9) Hibe edilen malın yarısı başkası tarafından hak
kazanılarak alınsa, kendisine hibe yapılan kimse ona karşılık vermiş olduğu
bedelin yarısını geri ister. Fakat hibe karşılığında verilen bedelin bir kısmı
hak kazanılarak bir başkası tarafından alınınca; hibe eden onun için bir şey
isteyemez (Z). Ancak hibe ettiği mala karşılık almış olduğu bedelin tamamına
bir başkası sahip çıkınca hibenin tamamını geri alır.
10) Bedel şartı koşularak yapılan hibede; kabzdan önce hibe
hükmü, kabzdan sonra ise alış-veriş hükmü cereyan eder.
152 - Hibeden dönüş ancak
tarafların karşılıklı rızaları yahut hâkimin kararı ile sahih olur. Hâkim
bağışın geri verilmesine hüküm verdikten sonra elinde zayi olsa kıymetini
ödemesi gerekmez.
Umrâ ve Rukbâ
153 - Umrâ (bir kimsenin yaşadığı müddetçe
malını birisine kullandırması) caizdir. Bu malı ölünceye kadar kendisine
hediye edilen şahıs kullanır. Öldükten sonra, hibe edene kalmayıp, hibe edilen
şahsın mirasçılarına kalır.
Umrâ: Bir kimsenin, ölünce tekrar kendisine
geri verilmek şartı ile yaşadığı müddetçe evini bir başkasına vermesi demektir
(ki, geri verilmek şartı batıl olup ev hediye edilenin varislerine kalır).
154 - Rukbâ ise, batıldır (S). Bu, "ölürsen
bu ev bana kalsın, ben ölürsem senin olsun" demek sureti ile yapılan
bir hibe şeklidir.
155 - Sadaka vermek de
hibe gibidir. Ancak sadakada dönme hakkı yoktur.
156 - Malından sadaka
vereceğini adayan kimsenin, bu adağını zekât mallarının cinsinden yerine
getirmesi gerekir (Z). Mülkü ile sadaka vermeği adarsa bütün mallarını içine
alır. Bir kimse nafaka olarak vereceği malını kazanç temin edinceye kadar
elinde tutar sonra elinde tuttuğu kadarını sadaka verir.
İARE [13]
(ÖDÜNÇ VERME)
157 -İare; menfaatleri (bedelsiz olarak)
bağışlamaktır.
158 - Ödünç vermek ancak
aynı baki olmakla beraber kendisi ile faydalanılan şeylerde olur.
159 - Ödünç verilen mal,
ödünç alanın yanında bir emanettir.
160 - Ödünç verme akdi, ödünç verenin "şu
malımı sana ödünç verdim, kullanmak için şu
tarlamı sana verdim, şu
kölemi senin hizmetine verdim" ve bağışladığını
kast etmiyorsa "şu elbisemi sana verdim, seni şu
hayvana bindirdim" ve "evim senin meskenindir" yahut "yaşadığın
müddetçe evim senin meskenindir" gibi sözleri ile
sahih olur.
161 - Müste’iri (ödünç alan) kullananların değişmesi
ile değişen
bir durum. Ödünç aldığını bir başkasına ödünç vermeğe hakkı vardır.
162 - Ödünç alanın, müste'ar (ödünç alınan
mal)ı kiraya vermek hakkı yoktur. Kiraya verir de zayi olursa kıymetini öder.
Bu durumda ödünç verenin ödünç alana kıymetini ödettirmek hakkı vardır. Ödünç
alan bunun kıymetini tazmin edince dönüp onu kiracısından alamaz. Fakat ödünç
veren zayi olan malını kiracıya ödettirirse kiracı (onun ödünç mal olduğunu
bilmeden kiralamışsa) dönüp ödediği şeyi
ödünç alandan alır.
163 – 1) Ödünç veren:
a) Zaman sınırlaması
koydu ise,
b) Ödünç verilen maldan
faydalanmayı,
c) Kullanma yerini
sınırlandırdı ise; ödünç alan bir hayır olmaksızın bu kayıtlara aykırı hareket
ederse, zayi olduğunda o malın kıymetini öder.
2) Ödünç için bir kayıt
konulmayıp serbest bırakıldı ise; geri istenilmediği
müddetçe ödünç alan; onun sağladığı menfaatlerin her çeşidinden faydalanma hakkına
sahip olur.
164 - Bir kimse, arazisini
bina yapması veya ağaç dikmesi için birine ödünç verse; bu ödünç akdinden dönüp ağaçları
ve evi yıktırıp söktürme teklifinde bulunmaya hakkı vardır. Şayet muayyen bir zamana kadar
ödünç verilir de vakit çıkmadan önce yer geri alınırsa, bu onun için çirkin bir
iş olur. Arazi sahibi ödünç müddeti
bitmeden önce arazisini geri alınca, bina veya ağaçların kıymetlerini ödeyip
onlara sahip olur. Bu durumda araziye büyük bir zararı olmadıkça ödünç alanın
bunları sökmek hakkıdır. Zarar verdiği halde sökse de bir şey ödemek gerekmez.
65 -Ziraat
için ödünç verilen arazi, bir zaman tayin edilmemişse
bile hasattan önce geri alınamaz [14].
166 -Ödünç malı sahibine
iade etmek için gereken masraflar ödünç alan şahsa
ait olur. Kirada ise kiralanan malı sahibine götürüp teslim etmek için lâzım
gelen masraf mal sahibine aittir.
167 -Ödünç alınan
hayvan, sahibinin ahırına götürülünce onun sorumluluğundan
çıkar. Elbiseyi, özel tuttuğu adamı ile yahut kölesi ile veya ailesinden birisi ile elbise
sahibinin evine göndermekle de aynı şekilde
berî olunur. (Yani bunlar ahırda veya evde sahibinin eline geçmeden zayi
olsalar, kıymetlerini ödemek gerekmez, Mütercim).
GASP ETMEK[15]
(ZORLA BİR ŞEY
ALMAK)
168 -Hukuk tabiri
olarak gasp: Başkasının
mülkünde bulunup kıymet ifade eden ve harbî (savaşta elde edilen bir mal)
malı olmayan bir malı haksız yere zorla alıp ele geçirmektir.
169 -Bir şeyi gasp edenin, eğer
duruyorsa, gasp ettiği yerde onu sahibine teslim etmesi lâzımdır.
170 - Gasp edilen mal
harcanmış ve yok edilmişse
misliyattan (yani benzeri verilebilecek mal cinsinden) olduğu
takdirde mislini ödemek, misliyattan olmadığı (yani kıymeti ödenmesi
gereken mal cinsinden olduğu) takdirde de gasp edildiği gündeki kıymetini ödemek
gerekir. Eğer
malın kıymeti noksanlaşmışsa bu noksanlık tazmin (zararı ödeme) edilir.
171 - Gasp edilen mal
misliyattan olup çarşı-pazarda bulunamazsa dava günündeki kıymetini ödemek gerekir
(SM).
172 – Gasıp: (Gasbeden),
gasp edilen malın helak olduğunu iddia etse hâkim, "dursaydı onu açıklardı"
diye bir kanaate sahip oluncaya kadar onu haps eder. Sonra bedelini ödemesine
hüküm verir.
173 – Magsûb (gasp edilen
mal)’un kıymeti hususunda söz, yemini ile beraber gasbedenindir.
174 - Gasp edilen malın
kıymetinin ödenmesine hüküm verilince, gasıp, o mala gasp ettiği
zamanda malik olmuş sayılır.
Bu durumda gasp edilen malın kazancı da kendisine verilir. Fakat gasp edilen
hayvanın gasıp elinde doğurduğu yavrular mal sahibinin olur.
175 – Gasıbın gizlediği
mal meydana çıksa ve kıymetinin fazla olduğu görülse, eğer
onun kıymetini yeminden çekinmesi ile veya delile dayanarak yahut mal sahibinin
sözüne göre ödemişse, bu fazlalık gasp edene teslim edilir. Fakat gasp eden malın
kıymeti hususunda yemin edip ödemişse mal sahibi, isterse bu
ödenmiş olan miktarı kabul eder, isterse de
malını geri alır ve bedelini geri verir.
176 -1) Gasbedenin kendi fiili ile akarın
kıymetine bir noksanlık gelirse, noksanlaşan kıymeti ödemek gerekir.
Fakat kendi kendine harap oldu ise kıymetini ödemek gerekmez (M).
2) Gasp edilen arazi, ziraat yüzünden
kıymetinden düşerse (arazinin geri verilmesi ile birlikte) bu noksan kıymet
ödenir.
177 - Gâsıp, tarlaya ektiği
tohum miktarını ziraatından alır ve fazlasını sadaka olarak dağıtır.
Emanet veya ödünç alınan mallarda kullanılır ve kâr temin edilirse fazlası
sadaka olarak verilir (S).
178 -1) Gasıp,
aldığı
malı ismi ve menfaatlerinin çoğu değişecek şekilde
bozsa ona malik olup kıymetini öder: Hayvanı kesip pişirmek
yahut kebap yapmak veya etini parça parça etmek, buğdayı
un haline getirmek veya ekmek, undan ekmek yapmak, demirden kılıç, bakırdan
kap, Hint çınarından bina, kerpiçten duvar yapmak, zeytin ve üzümü sıkmak, pamuğu
iplik haline getirmek, iplikten dokuma yapmak gibi. Fakat bedelini ödemedikçe
yaptığından
faydalanamaz (Z).
2) Külçe halinde altın ve gümüş gasp eden, bunlardan para bassa veya
kap yapsa bunlara malik olamaz (SM).
179 - Başkasının
elbisesini yırtıp umumiyet itibarı ile giyilemez hale getirse kıymetini öder.
180 - Bir kimse, başkasının
hayvanını keser yahut ayağını kırarsa sahibi isterse noksanlaşan kıymetini ödettirir.
Eti yenilmeyen hayvanlardan
birinin ayağını
kesen o hayvanın tam kıymetini öder.
181 - Başkasının
yerine bina yapan veya ağaç diken kimsenin bunları söküp araziyi sahibine teslim etmesi
gerekir.
182 - Bir kimse
elbiseyi gasp edip onu kırmızıya boyarsa veya kavutu [16]gasp edip onu yağla
karıştırırsa
sahibi isterse bunları alır ve elbisenin, kavutun artan kıymetlerini gasp edene
öder. İsterse
de elbisenin beyaz iken olan kıymetini ve kavutun da benzerini alıp bunları
gasbedene bırakır.
183 - Gasbedilen Maldaki
Artma Ödenir Mi?
1) Gasbeden adamın elinde iken gasbedilmiş bir malda bitişik
olsun (semizleşme, olgunlaşma ve güzelleşme gibi) yahut ayrı olsun (yavrulama, meyve verme, hayvandan
alınan yün ve süt gibi) meydana gelen herhangi bir artma emanet hükmündedir.
Gasbeden, bunları kasden telef eder ve herhangi bir tasarrufta bulunursa
veya istenildiği halde vermeyip elinde telef olursa, kıymetlerini sahibine öder.
2) Gasbedilmiş bir cariyenin, gasbeden elinde bir
çocuk yapması sebebiyle noksanlaşan kıymetini ödemek
gerekir. Çocuğun kıymeti ve düşürüldüğü zaman da "gurer" adı ile anılan diyeti
ödettirilir.
184 - Gasbedilmiş bir malın menfaatleri, ister bu
menfaatler elde edilmiş olsun,
isterse de bu mal muattal olarak bırakılsın, gasbedene aittir, ödenmesi
gerekmez[17].
185 - Zimmîye ait, domuz
veya içkiyi telef edenler, bunların kendilerini değil
de kıymetlerini öderler. Eğer bunlar bir Müslüman’a ait ise ödemek gerekmez.
186 - Çalgı aletlerinin
kırılmasında eğlence dışında neye yarayışlı iseler ona göre takdir edilen kıymetleri ödenir (SM).
187 - Ölü arazi (arazi-i mevât), bir
Müslüman’a ve bir Zimmîye ait olmayan ve bir kimse kasabanın en kenarındaki
evlerden, en yüksek sesiyle bağırdığında ses duyulamayacak kadar kasabadan uzak ve faydalı durumda
olmayan araziye denilir.
ÖLÜ ARAZİYİ İHYA ETMEK [18]
188 - Devlet reisinin izni
ile ölü araziyi onaran ve ziraata elverişli hale getiren, ister
Müslüman olsun ister Zimmî (Müslümanların idaresi altında yaşayan
gayri Müslim) olsun o yere sahip olur.
189 - Kasaba ve köye yakın olan araziyi
ihya etmek caiz değildir.
190 - Bir kimse ölü bir
arazinin etrafını taş ve
saire ile çevirip, üç sene orada ziraat yapmasa devlet orasını alıp başkasına
verir.
191 -1) Bir kimse ölü bir arazide kuyu kazsa,
bunun harîmi, yani ona tâbi saha, su çeken hayvanın dönmesi (SM) ve hayvanın
çöküp yatması için her tarafından 40 zira (25 – 30 [19] metre)’dir. Bu kuyunun alanında bir başkası
kuyu kazmaya kalkışsa men edilir.
2) Açılan su kaynaklarının, menbaların
kendilerine tâbi sahaları ise her taraftan 500 zira (300 – 350 metre)’dir. Suyu yer yüzeyinden
akan su kanallarının harîmi de kaynaklarda olduğu gibi 300 – 350 metredir.
3) Başkasının yerinden geçen
büyükçe bir nehrin (SM) delil olmadıkça harimî yoktur. Ölü bir arazide açılmış bir nehrin de aynı şekilde harimi yoktur.
4) Ölü bir arazide dikilen bir ağacın
harîmi (alanı) her tarafından beş zira'
(3 - 3.5 metre)dir.
192 - Fırat ve Dicle
nehirlerinin terk ettikleri yataklarını, tekrar oradan akma ihtimalleri kalmamışsa
ihya etmek caizdir. O yataklara dönme ihtimalleri varsa caiz olmaz.
HAKKI ŞİRB [20]
(SULAMA HAKKI)
193 - Şirb
hakkı, sudaki hisse demektir. Suyun ortaklar arasında bölüşülmesi
caizdir.
194 - Arazi olmadan sadece sulama hakkını
dava etmek caizdir. Bu hak miras olarak da bırakılır.
195
- Sulama hakkı, başkasına vasiyetle devredilemez. Fakat menfaati vasiyet edilebilir.
197 - Sulama hakkı, mehir olmaya elverişli
olmadığı
gibi mal mukabilinde yapılan boşamaya bedel de olamaz. Bu hak mal ve kısas davalarından sulh olmak
için bedel olarak da verilemez.
198 -
Suların Çeşitleri
1) Deniz suyu: Bu su herkesindir. Bütün insanlar denizden su almak
hayvanlarını ve arazisini sulamak, kanallar açıp başka yerlere nakletmek sureti
ile ondan faydalanmak haklarına sahiptirler [21].
2) Seyhan, Ceyhan, Nil, Fırat, Dicle gibi büyük nehirlerin ve
vadilerin suları: Herkes bunlardan içmek, hayvanını ve arazisini sulamak ve
değirmen kurmak hususunda ortak haklara sahiptirler.
3) Bir köye ait çay suyu: Bu köyden
olmayanların bu çaydan su içmek ve hayvanlarını sulamak hakları vardır. Bu
konuda köylülerle ortaktırlar. (Abdest almak, çamaşır yıkamak, ekmek ve yemek
pişirmek için o çaydan su almak haklarıdır).
4) Küp ve ona benzer kaplarda biriktirilen sular: Sahibinin izni olmadan bu suyu başkası alıp kullanamaz.
Sahibinin bu suyu satma hakkı vardır.
199 - Bir kimsenin kendi
mülkü içerisinde akan bir dere veya bir pınar yahut bir kuyu bulunsa,
yakınında sahipsiz bir arazide de su olsa, o kimse başkalarının su içmek ve
hayvan sulamak için kendi yerine girmelerine engel olmak hakkına sahiptir.
Eğer yakınında su yoksa ya onların (zarar vermemek şartı ile) yerine girip su
almalarına müsaade eder veyahut da bizzat kendisi su çıkarıp onlara verir. Eğer
bu iki durumu da kabul etmeyip su vermemekte ısrar ederse, kendilerinin ve
hayvanlarının susuz kalacağından korkanlar silâh zoru ile bu yerden su alırlar.
Kaplarda biriktirilmiş suları almak için ise silâhsız mücadele edilir.
Zaruret durumunda başkasının yiyeceğini almak
için kaplarda biriktirilmiş suları almakta olduğu gibi silâhsız mücadele
yapılır.
Büyük Nehir
Yataklarının Temizlenmesi
200 - Büyük nehir yataklarını temizleme işi devlet hazinesine
aittir.
201 – Belirli, halkın mülkü
olan nehir yataklarının temizlenme işi ise sahiplerine aittir. Onlardan, kim bu
işten çekinirse mecbur tutulur.
202 - Sadece sudan içme ve hayvanlarını sulama hakları olanlar
temizleme külfetini yüklenmezler.
203 - Bir kimseye ait dere başkasının yerinden geçerse arazi
sahibinin buna engel olmaya hakkı yoktur.
204 - Bir topluluk aralarında müşterek olan bir nehirdeki sulama
hisselerinde anlaşmazlığa düşerlerse herkese arazisi miktarınca sulama hakkı
verilir.
205 - Suyun başında olanların, aşağıdakilerin rızası olmadan suyu
tamamen kesip almaya hakları yoktur.
206 - Mülk olan bir nehre sahip olanlardan hiç kimse
diğerlerinin rızası olmadan ark açıp o nehirden su götüremez, değirmen kuramaz,
köprü edinemez, kendi kanalının ağzını genişletemez, sulama hakkını bu hakka
sahip olmayan araziye devredemez.
Su, arklarla taksim edilmişse, başkalarına
zarar vermese bile hiç kimse bunu günlere göre taksim edemez, yarı yarıya
kullanamaz ve arkını çoğaltamaz [22].
MÜZARAA[23]
(ZİRAAT ORTAKLIĞI)
207 - Müzaraa, hâsılatın bir kısmı karşılığında ziraatçılık
üzerine yapılan bir ortaklıktır. İmam Ebû Hanife, bu ortaklığı caiz
görmemiştir. Fetva İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'in görüşlerine dayanır.
208 - Ortaklığın Sahih Olabilmesinin
Şartları Şunlardır:
1) Ne kadar zaman devam edeceğinin tayin edilmesi gerekir;
2) Arazi ziraata elverişli olmalıdır,
3) Tohum miktarının ve cinsinin belli olması lâzımdır,
4) Tarafların mahsulden alacakları hisseler tayin
edilmelidir,
5) Arazinin çalışacak olan ortağa teslimi şarttır.
209 - Mahsul aralarında müşterek olsa da önceden ortaklardan birine;
"şu kadar ölçek", diye kesin olarak ölçek adedi
belirtilirse yahut ortaklardan birine, su arkları ile sulanan yerlerden çıkan
mahsul şart koşulsa veya tohum sahibinin, ektiği tohumunu alması şartı yahut
haraç miktarını alması şartı ileriye sürülse, ziraat ortaklığı bozulur.
Mahsulün 1/10'ini (öşrü) ortaklardan birinin alması şart koşulsa caiz olur.
210 - Arazi ve tohum bir
taraftan, iş ve hayvan, diğer taraftan yahut arazi birinin, öteki şeyler diğer
ortağın veya çalışma birinden geri kalan şeyler diğer ortaktan olsa ortaklık
akdi sahih olur.
211 - Ziraat ortaklığı sahih
olunca elde edilen mahsul önceden tespit edilen şartlara göre taksim edilir.
212 - Araziden hiç bir
mahsul alınamayınca çalışan ortak da hiçbir hak alamaz.
213 - Ortaklığı sahih kılan yukarıdaki şartlardan başkası (ki
onlar; hayvan ve ziraat aletlerinin arazi sahibinden, tohumun çalışan ortaktan
yahut tohum birinden, diğer şeyler öteki ortaktan veya arazi birinden, çift
süren hayvan ötekinden ve tohum ötekinden, iş ötekinden olan şartlardır)
ortaklığı fasit kılar.
214 - Ortaklık bozulunca çıkan mahsul tohum sahibi olan ortağın
olur. Diğeri çalışmasının ücretini veya (arazi sahibi ise) arazisinin kirasını
alır ve bu ücretler daha önceden kararlaştırılmış olan miktardan fazla olamaz
(M).
215 - Samanın, tohumu veren
ortak için şart koşulması sahihtir. Fakat diğer ortak için şart koşulması sahih
olmaz.
216 - Ziraat ortaklığı akd edildikten hemen sonra tohum sahibi
vazgeçse, zorlanamaz. Fakat diğer ortak vazgeçerse, kira akdini fesh eden bir
özrü olmadıkça -ki bu özür ziraat ortaklığını da fesheder- ortaklığa
zorlanır.
217 - Çalışan yani çiftçilik
yapan ortağın; tarlayı sürüp aktarması ve açtığı arklar için bir ücret istemeğe
hakkı yoktur.
218 - Ekini biçme, toplayıp kaldırma, harman etme, savurma
işleri hisselerine göre her iki ortağa da düşer. Bu işleri sadece çalışan
ortağın yapması şartı ise caiz değildir. Ebû Yusuf ‘a göre ise caizdir ki,
fetva da buna göre verilmiştir.
219 - Taraflardan birinin ölümü ile ortaklık son bulur.
220 - Ortaklık müddeti sona erer de ekin olgunlaşmazsa,
çiftçilik yapan ortak hasada kadar araziden kendine düşen hissenin ücretini
alır ve hasat zamanına kadar ziraat için yapılan masraflar da her ikisine ait
olur.
Müsakât (Ağaç ve Terbiyesinde Ortaklık)
221 - Müsakât
Ortaklığı;
Müddet hariç, şartları,
hükümleri ve fukaha ihtilâfı bakımından aynen ziraat ortaklığı
gibidir.
222 - Taraflar, süreyi belirleseler de
içerisinde meyve yetişmezse akid bozulur.
223 - Mal sahibi bir müddet tayin etmeden
bakım ve terbiye işini……………….
.………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….……
224 - Müsakât:
Kelime olarak su vermek, tarlayı bakıcıya ortak vermek demektir. Fıkıhta ise: Bir tarafın; ağaçların,
diğer
tarafın da; terbiye ve sulama işini üstlenerek meydana getirdikleri bir ortaklıktır.
Eşcar
(Ağaçlar): Bir seneden
………………………………………………………… ……………
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..
müddet tayını yapmayınca bu akıt yonca hak ve sulama ile gelişip
artacaklara zaman ağaçlar, üzüm kütükleri, sebzeler, patlıcan kökü hakkında Müsakât
ortaklığı
kurulması caiz olur.
225 - Taraflardan birinin ölümü ile ortaklık
son bulur.
223 ila 224 maddelerin tercümesinde karışıklık var. Bunun için
internette onlarca siteye acaba doğrusunu bulabilir miyim diye baktım. Ama
maalesef, siteler bir diğerinden kopyalama yapmışlar. Aynı hata bir diğerinde
devam etmiş. Yani okumadan eklemişler. Bunun içindir ki, “BAĞ-BAHÇE ORTAKLIĞI(
MÜSAKAT) ile ARAZİYİ ÜCRETSİZ
VERMEK DAHA HAYIRLIDIR” bölümlerini ekledim. Yani bu bölümler asıl tercümede
olmayan kısımları içerir. Amacım: Okuyucunun bilgi edinmesidir.
BAĞ-BAHÇE ORTAKLIĞI( MÜSAKAT)
Musakat: "Saky" kökünden olup, mufaale babındandır. "Sulamak"
manasına gelir. İslami ıstılahta:
"Bahçe sahibinin; ağaçlarını, mahsulünün bir kısmı mukabilinde, onları
ıslah etmek üzere bir kimseyle ortaklık kurmasıdır" şeklinde tarif edilmiştir. Mecelle'de, Musakat: Bir taraftan eşcar (ağaçlar) ve diğer
taraftan terbiye olmak ve hasıl olan meyva aralarında (beyinlerinde) taksim
olunmak üzere bir nevi şirkettir"
hükmü kayıtlıdır.
Musakatın (bağ-bahçe ortaklığının) rüknü; icap ve kabuldür.
Hicret'ten sonra Ensar'ın, Resûl-i Ekrem (sav)'e (muhacirlerle ilgili olarak)
teklifi şudur: "Ya
Resûlullah!.. Hurmalıklarımızı; bizimle muhacir kardeşlerimiz arasında taksim
buyur". Bu teklife peygamberimiz efendimiz (sav): "Hayır, öyle
olmaz" cevabını verir ve izah eder. Bunun üzerine Ensar (Resûl-i Ekrem
(sav)'in izahına uyarak) muhacirlere: "Terbiye ve sulama külfetini
üzerinize alınız. Sizi mahsule ortak yapalım", teklifinde bulunur. Her
iki taraf ta "işittik ve itaat ettik" derler. Esasen
Resûl-i Ekrem (sav)'in Hayber'in bağ ve
bahçelerini, meyvalarının yarısı karşılığında muameleye tabii tuttuğu da
bilinmektedir. Böyle bir ortaklığa ihtiyaç olduğu malumdur.
Musakat'ın (bağ-bahçe ortaklığının) şartları; tıpkı müzaraanın şartları gibidir. Sadece
"musakatta"; müddet tayin edilmese de, akid sahih olur.
Bağ-bahçe sahibi; meyvalar ortaya çıkmadan ölürse, işletici
görevine devam eder. Ölenin varisleri buna engel olamazlar. Eğer işletici
ölürse varisleri (işleticinin) yerine göreve devam edebilirler, ağaç sahibi de,
buna engel olamaz.
Musakat; herhangi bir özre dayanarak feshedilebilir. İşleticinin hastalanması veya işe
devam edemeyecek başka bir geçerli mazereti fesih sebebidir.
ARAZİYİ ÜCRETSİZ VERMEK
DAHA HAYIRLIDIR
İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet olunduğuna göre, Resûl-i Ekrem (sav)
tarlayı kiraya vermekten nefyetmemiştir. Fakat "- Sizden birinizin tarlasını
ziraat için kardeşine meccanen vermesi, kendisi için o arazi mukabilinde,
muayyen ücret almaktan daha hayırlıdır", buyurmuştur. Esasen cihad
sonucu elde edilen topraklarda; ümmetin mülkiyeti esastır. Dolayısıyla bu
topraklarda; bütün Müslümanların hakları bakidir. Herhangi bir İslâm beldesinin; küffar tarafından
istilasında bütün müminlere cihad farz-ı ayın olur. Aynı zamanda bu istila;
bütün müminlerin ortak mülkiyetinde olan arazilerinin elden gitmesi, mahiyetini
de taşır.
DİPNOTLAR
KELİMELER
------------------------------
(1). Havale: bir
işi, bir başkasının sorumluluğuna bırakma, devretmedir. İntikal manasına
olarak tahavvül kelimesinden türemiştir.
Hukuk ıstılahı olarak havale: "Bir borcu, borçlunun zimmetinden onu
kabullenen bir başkasının zimmetine nakl etmektir." Borç birinden
diğerine nakledilir, diğerinin zimmetine geçirilir. Çünkü bir şeyin bir zamanda
iki yerde durması imkânsızdır.
Havale,
meşru bir akittir. Bir
hadiste: "Kim ki,
borcu ödemeğe kadir biri üzerine havale edilirse o bunu kabul etsin."
(Buhari) denilir. Caiz
olmasaydı Hz. Muhammed (S.A.V.) bunu emretmezdi. Hatta bazı âlimler hadisin
görünen manasına bakarak bunun farz olduğuna hüküm vermişlerdir. Fakat biz
bunun mubah olduğu görüşündeyiz.
Muhîl: Borçlu, yâni borcunu başkasının üzerine havale eden.
Havaleyi yapan kimse.
Muhalün-aleyh: Borcu üzerine alan, havaleyi kabul eden.
Muhalün-leh: Muhtal, alacaklı olan kişi.
Muhalün-bih: Havale edilen mal veya para.
(2).
Sulh kelimesi, fesat kelimesinin
zıttıdır. Bir şeyin sâlih olması ondan fesadın, bozukluğun gitmesi demektir.
Hastanın, hastalıktan kurtulup iyi olmasında da bu kelime kullanılır.
Fesatlık; mizaç bozukluğudur, insan içinden fesadı atınca sâlih bir kimse olur.
Hukuk
ıstılahı olarak sulh: "hasımlar
arasındaki ihtilâf ve çekişmeyi kaldıran bir sözleşmedir, ihtilâf ve çekişme
fitne ve fesadın kaynağıdır."
Sulh
olmak meşru bir akittir ve Kur'an'da insanlar buna teşvik edilmişlerdir. 'Eğer mü'minlerden iki zümre
çarpışırlarsa aralarını düzeltin, barıştırın" (Hucûrât, a:
(3). Şirk,
hisse demektir. Bir
hadiste: "Kim ki kölede olan hissesini azad ederse..."
denilirken hisse anlamında şirk kelimesi kullanılmıştır.
İstilahda: "Karışım ve hisselerin
sabit olması" demektir. Ortaklık ayet ve hadislerle meşru kılınmıştır. Kur'an'da: "Eğer
onlar bu (miktardan) çok iseler o halde onlar (ölünün) edeceği vasiyet ve borç
(edasından) sonra üçte birde ortaktırlar..." (Nisa, a: 12) buyurulur. Hz. Muhammed (S.A.V.) de:
"Ortaklardan biri diğerine hıyanet etmediği müddetçe Allahın eli her
iki ortağın da üzerindedir. Biri arkadaşına hıyanet ederse Allah elini
üzerlerinden kaldırır." (Ebû Davut) diyorlar. Başka bir sözlerinde de: 'İki ortağa, hıyanet etmedikleri
müddetçe üçüncü ortak Allahdır. Eğer birbirlerine hıyanet ederlerse, Allah
Teâlâ aralarından bereketi kaldırır" (Ebû Davut) derler.
Kays bin Sâib: Bez ve deri ticaretinde Hz. Muhammed (S.A.V.) le ortaklık
kurmuştu. (Kerihi ise Usame bin Şureyk'ın ortaklığını zikreder). Hz. Peygamber onun vasıfları
hakkında şöyle demişti; "Sen
benim ortağımdın, hayırlı bir ortak idin, ne mudara( Beceriksiz. Şöyle böyle, önemsiz kimse) eder ne de çekişir
ve hasım olurdun." ( A. Davudoğlu). Hz. Muhammed (S.A.V.) Peygamber
oldukları zamanda insanlar şirketler kuruyorlardı, onlara bu yasaklanmadı ve
zamanımıza kadar da bu ortaklık muamelelerine devam edildi. Böylece icma
meydana gelmiş oldu.
Şerîk: Şirket sahiplerinden her biri, yâni ortak.
İştirak:
Ortaklık
Müşterek mal: Şirketin sermayesi
olan mal.
Resülmal: Sermaye, bir ticaret ve bir şirket için kullanılan ana mal,
anapara.
Selem: Ortaklaşa sipariş.
Terike: Miras.
[4] Nakit para, hayvan,
ölçü ve tartı ile satılan mallar ve akarın dışındaki mallara Uruz denilir. Yalnız hayvan ve akarın
dışındakilere de denilir. Kitap kumaş ve meta' gibi.
(5). Mudarabe:
Darb kelimesinden gelir. Lügat bakımından yeryüzünde dolaşmak anlamını taşır.
Mudarabe: "Bir taraftan sermaye, diğer taraftan çalışma olmak üzere
kurulan bir şirkettir. Kitap, sünnet ve icma ile meşru kılınmıştır.
Rabbü'l-Mal: Sermaye sahibi
Mudarıb: Amil, çalışan.
(6) Vedî’a
(Emanet): VED’ mastarından
türemiştir, terk manasınadır. Bu mânadan alınarak tarafların harbi durdurmasına
da "muvadea" denilir. Veda'
da bu kelimeden gelir. Çünkü vedalaşan iki kimse birbirlerini terk eder ve
ayrılırlar. Ved',
kelimesi korumak manasına da gelir.
Emanet bırakılan mal, onu alan yanında korunması için bırakılır.
Bundan dolayı doğruluğu ve dindarlığı ile âdet olmuştur. Tanınan birisinin
yanında bırakılması Vedia peşin bir akittir. Bırakılan mal emanet olup borç
değildir. Hz. Muhammed
(S.A.V.) bir sözlerinde şöyle derler: "Hıyanet etmeyen
emanetçiye ve hıyanet etmeyen ödünç mal alana ödeme yoktur." (Selâmet
Yollan, A. Davudoğlu, c. 3, s. 141, İstanbul 1970). Bir kimse emaneti
kabullendiği zaman onu korumak kendisine vacip olur. Çünkü bir akit İle onu
korumayı üzerine almıştır.
Vedi’a: Koruması için bir
kimseye emanet bırakılan mal.
Mudi': Malı emanet bırakan.
Mûda'/Müstevda: Emaneti kabul eden,
kendisinin yanına mal emanet bırakılan kimse.
(7). Atılmış çocukları
kurtarmak için kaldırıp almak; eğer yırtıcı hayvanların bulundukları yerlerde,
kuyu başlarında veya ıssız yerlerde bırakılmış olmalarından dolayı ölüme
gidecekleri biliniyorsa farzdır. Fakat şehirde veya bir köyde bırakılmış
olmasından dolayı ölüme gitmeyeceği kanaatine varılmışsa kaldırılması mendüp
yani arzu edilen şey olur. Çünkü bu, muhterem olan bir insanı hayata
kavuşturmak için yapılmış bir gayrettir. Allah bu konuda şöyle der: "... Kim bir canı, bir can
mukabilinde veya yeryüzünde bir fesat çıkarmaktan dolayı olmayarak, öldürürse
bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırsa bütün insanları
diriltmiş gibi olur..." (Mâide, a: 32).
Lakît: Bir yere atılmış
diri veya ölü çocuk demektir. Bu bir ihtiyaç veya zina isnadından kaçınmak
gayesi ile yapılır.
Mültakıt: Atılmış çocuğu
veya herhangi bir eşyayı bulup yerden kaldıran.
Lukata: Canlı olsun
olmasın kaybolan mal demektir.
İzafe Etmek: Bağlamak, yüklemek,
mal etmek.
9) buyrulmuştur. Diğer bir ayette
de: 'Eğer bir kadın,
kocasının uzaklaşmasından yahut yüz çevirmesinden endişe ederse sulh ile
aralarını düzeltmekte ikisine de vebal yoktur. Sulh daha hayırlıdır..."
(Nisa, a: 128) denilir.
Hz.
Muhammed (S.A.V.) de: “Müslümanlar
arasında her türlü sulh caizdir. Ancak haramı helâl, helâli da haram yapan sulh
caiz değildir" (Tirmizi) der. Hz. Ömer (R.A.) de: "Sulh olmaları için hasımları
geri çevirin" demişti. Sulh olmak ihtiyaç yüzünden meşru olmuştur.
Musalih: Sulh yapan
kimse.
Musalehun
aleyh: Sulh bedeli.
Musalehun
anh: iddia olunan şey.
İbra: Bir kimseyi davadan ve bir haktan beri kılmak, hakkında
davacı olmamak.
(8). Fakat mal sahibi bir şey verirse güzel olur.
Âbık: Efendisinden bir korkusu ve zor işlere sevk edilme düşüncesi
olmadan sırf arzusuna uyup kaçan köledir.
(9). Mefkûd: Yok olmuş demektir. Fıkıhta da yok olmak, kaybolmak demektir.
Hukuk tabiri olarak mefkûd: Memleketinden ve
ailesinden kaybolup giden veya düşman tarafından esir alınan, yaşayıp
yaşamadığı ve yeri bilinmeyen kimsedir.
Kayyum: Mefkûdun mallarını korumak, insanlardaki alacaklarını almak ve
mallarında usulü dairesinde tasarruf etmek için hâkim tarafından tayin edilen
kimsedir.
Maktül: Öldürülmüş, öldürülen.
[10]. Vaki;
lügâtte, hapsetmek
manasınadır. Mevkıf (hasımların bulundurulduğu yer) kelimesi de buradan gelir.
Çünkü insanlar orada durdurulurlar. Yani hesap için hapsedilirler.
İstilahda vakf: İmam Ebû Hanife'ye göre: "Bir
malın kendisi sahibinin mülkü hükmünde kalmak üzere sağladığı faydanın belli
bir gaye ve yöne tahsis edilmesidir."
Vâkıf: Malını vakfeden kimse:
Mevkuf / Vakf: Vakfedilen mal. Bunun çoğulu evkaf gelir.
(11) Mütevelli: Vakfın işlerini, kanunlara ve vakfın
şartlarına göre yürütmek için tayin edilmiş kimsedir. Buna Kayyım de denilir. İki çeşit mütevelli vardır:
Birisi, vakfın şartnamesinde gösterilen mütevellidir. Öteki de, mütevellisi
(yöneticisi) olmayan bir vakfa hâkim tarafından tayin edilen mütevellidir.
(12) Hibe: Bir şeyin karşılıksız olarak
bağışlanmasıdır. Kur'an'da
Allah (CC): "O, kime dilerse ona kız bağışlar, kime
dilerse ona erkek bağışlar" (eş-Şuraa, a: 49) buyurur.
İttihab: Hediye (hibe)’yi kabul etmek demektir.
Bunun için hediyeyi kabz etmek şarttır. Çünkü bağış, vermek ve teslim etmekle
tamamlanır. Bağışta bulunmak, mendüp ve övülen, sevilen bir iştir. Hediyeyi,
bağışı kabul etmek sünnettir. Hz. Peygamber, kölenin hediyesini de kabul
etmişti. Bir sözlerinde: "Bana
yemek hediye edilse kabul ederim. Paça ziyafetine çağrılsam giderim."
Şu ayette, davete uymanın lüzumuna işaret eder: "Aldığınız kadınların
mehirlerini güzelce verin. Eğer ondan birazını kendileri gönül hoşluğu ile
size bağışlarsa onu da içinize sine sine yeyin." (Nisa,
4).
Vâhib: Hibe
eden.
Mevhüb: Hibe edilen mal. Buna hediye de denilir.
Mevhübün leh: Kendisine bağış yapılan.
Sadaka: Fakire bağış olarak verilen maldır.
Umra:
Bir kimsenin mülkünü bir kimseye "Ömrüm oldukça veya senin ömrün oldukça
sana i'ta ettim, ölsen yine benim olsun" demesi.
İta Etme: Verme, ödeme.
(13) A'riyeh: Teavur kelimesinden türemiştir, tedavül ve nöbetleşe devr
anlamını taşır, insanlar ödünç malı dolaştırıp elden ele alıp verdikleri için
bu akıt "el-â'riyeh" ismini almıştır
İare Müstehaptır. Ödünç almaya insanların
ihtiyacı olduğundan, ödünç vermek teşvik edilir.
Kuran: “İyilik etmek fenalıktan
sakınmak hususunda bir birinizle yardımlaşın. Günâh işlemek ve haddi aşmak
üzerinde yardımlaşmayın.” (Mâide-
2) demekle insanları bu yola teşvik eder.
Hz. Muhammed (S.A.V.) de: "Müslüman, kardeşine yardım
ettiği müddetçe Allah Teâlâ da ona olan yardımını devam ettirir."
Kur'an, iyilik yapmaya engel olanları kötüler: "En ufak yardıma dahi
engel olurlar”. (El-Maun: 7) Yanî; onlar,
kazan, balta ve bunlara benzer şeyleri (ödünç olarak verilmesî adet olan
şeyleri) ödünç vermekten sakındırırlar’, diyerek kötüler.
Hz. Muhammed (S.A.V.) "Ödünç, sahibine iade
edilecektir." Buyururlar. Hz. Peygamber, Safvan adlı birisinden zırh ödünç almışlardı.
Temlîk: Bir malı birisine mülk olarak vermek.
Bu da iki çeşittir: a) Bir bedel karşılığında, b) Bedelsiz.
Mal iki çeşit yolla gelir: 1- Aliş-veriş, 2- Hediye yolu ile.
Menfaatlar da iki çeşit yoldan sağlanır: a) Eşyayı kiralamakla, b)Ödünç
almakla.
Mu'îr: Ödünç veren.
Müste'îr: Ödünç alan.
Müstear: Ödünç alınan mal.
Rukbâ:
Muntazır olmak, beklemek.
Muntazır: Bekleyen, gözleyen.
İare: Eğreti, ödünç.
[14]. Ziraat
için, hasat zamanı beklenir. Çünkü bunun arazide kalma süresi azdır. Fakat ev
ve ağaç böyle değildir, bunların sonu yoktur. Arazisini ödünç verenin zararını
gidermek için bunları sökmek gerekir.
(15) Gasp: Zorla, zulüm olarak başkasına
ait olan bir şeyi almaktır. Kur'an'da: "Gemiye gelince o denizde iş yapan yoksullarındı. Ben onu kusurlu
yapmak istedim ki, arkalarında her (sağlam) gemiyi zorla almakta olan bir
hükümdar vardı" (Kehf, a: 79) denilir. Ayette geçen "gasp" kelimesi zorla, zulüm olarak manasına
gelir. Gasp her şeyde kullanılır.
Meselâ: Onun çocuğunu, ailesini gasp ettim denilir.
Bir ayette de şöyle
denilir: "Birbirinizin mallarınızı haram
sebeplerle yemeyin. Meğer ki (o mallar) sizden karşılıklı bir rızadan (doğan)
bir ticaret malı ola. Kendilerinizi öldürmedin. Şüphe yok ki Allah sizi çok
esirgeyicidir" (Nisa, a: 29). Çünkü Müslüman’ın malının haramlığı,
kanının haram olması gibidir.
Hz. Muhammed (SAV) de: "Her Müslüman’ın kanı, namusu
ve malı diğer Müslüman’a haramdır" (îbni Mâce, Tirmizî) der.
Gasıp: Başkasının malını onun izni olmadan ve
zorla alan kimsedir.
Mağsûb: Başkasından haksız yere ve alenen
alınan maldır.
Mağsûbun Minh: Elinde veya tasarrufunda bulunan bir malı
başkası tarafından zor kullanılarak açıkça alınan kimse. (Malı alınan kimse.)
[16]. Unu su ile karıştırır ve bir tava
içinde helva gibi pişirirler. Buna kavut denilir ki, Arapçası
"sevîk"dır.
[17]. Şafiî, Malikî ve Hanbelî Mezhepleri bu
görüşe iştirak etmezler. (Bak. Ö. N. Bilmen,)
(18) İhya': Onarmak,
araziyi ziraata elverişli hale getirmek.
(19) Arazi-i Mevât (Ölü arazi): İslâm ülkesinde birisinin mülkü veya
vakfı olmayan ve bir kasabanın veya bir köyün merası, baltalığı ve mezarlığı
olmayan, iskân edilmiş bölgeden uzak bulunan yerlerdir.
(20) Harını: Bir şeyin çevresinde bulunan saha ki,
o şeyin hukuku ve ayrılmaz bir bütünü kabilindendir. Bu yerde sahibinden
başkasının tasarrufu haramdır.
[19]. 40 ziranın 25-30 metre olduğu F. Yavuz'un, İslâm Fıkhı ve Hukuku adlı eserinin 263. sahifesine
istinaden yazılmıştır. Nitekim aynı yerde 500 zira'in da 300-350 metre olduğu kaydedilir.
[20]. Hakk-ı Şirb: Ekin ve hayvan sulamak için sudan faydalanma nöbetine hakkı
olmak.
Hakk-ı Şefe:
İnsanların ve hayvanların bir sudan alıp içmeğe olan hakları.
Hakk-ı Mecra (Hakk-ı Mesîl): Bir yerden suyu akıtmak, arkı geçirmek
yetkisine sahip olmak.
(21)Havadan ve güneşten faydalanmakta
olduğu gibi denizden de faydalanmak isteyen kimse bu isteğinden men edilemez.
[22] Büyük nehirlerin durumu bu hükmün
dışındadır.
[23] Müzaraa: Ziraat kelimesinden gelen bir
mastardır. Ziraat: Ekin ve çiftçilik demektir. Ziraat
ortaklığına Haybei kelimesinden alınma "Muhabara"
da denilir. Hz. Muhammed (S.A.V.) Hayber arazisini ortaklığa vermişti. Bundan
dolayı Müzaraa, Muhabara adını almıştı. Ayrıca "el-Haklu = tarla) kelimesinden
türetilerek "Muhâkale" de derler.
Müzaraa, bir ziraat ortaklığıdır ki, birisi arazisini, diğeri
amelini (işini) ortaya koyar. Mahsul aralarında bölüştürülür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder